31 Ağustos 2017

Soruşturma

Soruşturma - Śledztwo
Stanislaw Lem
Çeviren: Sevil Cerit
İletişim Yayıncılık
1998 (1. basım)
230 sayfa

Uzuuuun bir aradan sonra, İletişim'in Stanislaw Lem kitaplarından birini daha buldum. Gerçi kitabı bulalı aylar oldu, geçtiğimiz Mart'ta Ankara'nın pek şahane sahafı Devr-i Alem'den aldım. Bir süre bekledikten sonra okudum, bir süre daha bekledikten sonra ancak şimdi zaman bulup bloga yazabiliyorum.

Epeydir Lem romanı okumamıştım, Soruşturma iyi bir dönüş oldu mu emin değilim. Çünkü kitabı okurken daraldım, tamamen felsefi sorular ve istatistik bilimi etrafında dönen bir soruşturmayı okumak için doğru ruh halinde değildim belki de, bilmiyorum. Kitap ilginç başladı, duruldu, durakladı, çok da tatmin etmeden bitti.

Roman, Başmüfettiş Sheppard'ın odasındaki toplantıyla başlıyor. Yerleri değişen, bırakıldığı yerden biraz ötede bulunan ya da tamamen ortadan kaybolan cesetler var ama zanlı yok. Birinin ya da birilerinin cesetlere bunu neden yaptığıyla ilgili bir ipucu da yok. Olaylar farklı bölgelerde, birbiriyle alakasız insanların başına geliyor ve Başmüfettiş bu meselenin bir an önce çözülmesini ve soruşturmayı Gregory adlı dedektifin üstlenmesini istiyor. Yetenekli olduğu için değil, yöntemleri çok düzenli olduğu için de değil ama olaya büyük ilgi duyduğu için işi ona veriyor. Gregory olayları incelemeye başlıyor, inceledikçe kafası karışıyor çünkü elle tutulur hiçbir veri yok.
"Evet, şüphesiz, eğer bunu, sinirli veya korkmuş olduğu için veya eğer yanında başka uygun alet olmadığı için, yapmış olsaydı... fakat siz de benim kadar bunu niçin yapmış olduğunu biliyorsunuz. Bütün bu olaylar zincirinde görmüş olduğumuz o başbelası tutarlılık yüzünden. Zaten her şeyi cesetlerin yeniden dirildiği sanılsın diye yaptı. Her şeyi bu etkiyi yaratmak için planladı, hatta hava raporlarını bile inceledi. Fakat polisin mucizelere inanmaya hazır olduğunu nasıl öngörmüş olabilir? Bütün her şeyi bu kadar çılgınca yapan da bu işte!"
Kitabı okuduktan sonra üzerine birkaç kitap daha bitirdiğim için, ne diyeceğimi çok da bilemeden yazmaya çalışıyorum şu an. Çünkü kitap ilerledikçe konunun toplanıp açıklığa kavuşması gerekirken her şey giderek daha da karışıyor ve kesinlikle alışıldık polisiye kitaplar gibi bir sona ulaşmıyor. Goodreads yorumlarına baktım da (benim gibi) "ilk kez bir Lem kitabını sevemedim" diyenler var, beş yıldız verip çok sevenler de var. Sanırım bu kitabı sevip sevmeyeceğinizi anlamak için okuyup görmeniz gerekiyor.

6 Ağustos 2017

Kumların Kadını


Kumların Kadını - 砂の女 (Suna no onna)
Kobo Abe
Japoncadan Çeviren: Barış Bayıksel
MonoKL Yayınları
Mayıs 2017 (1. basım)
174 sayfa

Kumların Kadını, okuduğum ilk Japon edebiyatı eseri olabilir, daha önce okumadım diye hatırlıyorum. (Hayır, hiç Murakami okumadım.) Kitabın Barış Bayıksel çevirisi ile İngilizce çevirisini eş zamanlı okudum, elimde Hüseyin Can Erkin çevirisi de vardı ama etkilenmemek için ona pek bakmadım. Barış Bayıksel'in çevirisi pırıl pırıl, ben bayıldım.

"Bir ağustos günü, bir adam ortadan kayboldu." Böyle başlıyor kitap. Adam kaçırıldı mı, kayıp mı oldu, kaza mı geçirdi, öldürüldü mü... bilinmiyor. İpucu yok, adamın bilinen bir derdi yok. Böcek koleksiyoncusu olan adam bir gün böcek toplamak için evden çıkıyor ve bir daha geri gelmiyor.

"Bir ağustos öğleden sonrasında, başında gri kepi, omzunda asılı büyük bir tahta kutu ile su matarası, pantolon paçaları, tırmanışa giden dağcılar gibi, çoraplarının içine tıkılı bir adam, trenden indiği S... istasyonunun peronunda dikiliyordu." Böyle başlıyor kitabın ikinci kısmı, birinci kısımdan iki sayfa sonra. Adam nadir böcekler bulabileceği bir yer arıyor, kum tepelerini tırmanıyor, nihayet bir yokuşu tırmanmaya başlıyor ama bir tuhaflık fark ediyor: Yol yükselirken evler düz zeminde uzanıyor. Adam yürüdükçe evlerin tepesi yolun altında kalıyor, arazi ve yol yükselirken evler kuma kazılmış çukurların içindeymiş gibi gözükmeye başlıyor.

Kumların içinde böcek ararken saatler geçiyor, yaşlı bir adam ne yaptığını sormak üzere gelip dönüş otobüslerinin saatinin geçtiğini ve gerekiyorsa onun için kalacak bir yer bulabileceğini söylüyor.
"Tabii ya, merdiven kullanmadan bu uçurum gibi yerden aşağıya inemezdi. Çatının yere uzaklığının neredeyse üç katı kadar yüksekteydiler, merdivenle inmek bile kolay iş değildi. Çukurun eğimi, gün ışığında gözüne daha hafif görünmüştü, şimdi baktığındaysa neredeyse dimdikti. Merdiven dedikleri, korkulacak derecede düzensiz basamakları olan bir halattan ibaretti. Dengesini kaybedecek olsa, inişin ortasında düğümlenip kalacak gibiydi. Doğal yollardan oluşmuş bir kalenin içinde yaşamaya benziyor olsa gerekti."
Dedim ya, kuma kazılmış çukurların içindeki evler diye, onlardan birinde ağırlıyorlar adamı. Fakat misafirlik beklediğinden çok uzun sürüyor. Adamı indirdikleri çukurda bir kadın yaşıyor, ev kumlar altında kalmasın diye her gün etrafı süpürmek, kumu temizlemek, kazmak, taşımak zorunda. Gerçeküstü ve tuhaf bir roman. Okurken kumlardan rahatsız oldum ben, daraldım. Ama yanlış anlaşılmasın, bu iyi bir şey. Yazarın (ve çevirmenin) aktardığı ortam bütün tuhaflığına rağmen çok gerçek. Çünkü karakterlerin psikolojisi çok gerçek.

Kısacık yazdım ama bence kesinlikle okunması gereken bir roman. 1964 yapımı bir de film uyarlaması varmış, henüz izlemedim.