14 Aralık 2016

Üç Cisim Problemi


Üç Cisim Problemi - 三体
Cixin Liu
Çeviren: Zeynep Özmeral
İthaki Yayınları
Kasım 2015 (1. basım)
412 sayfa

Şu kitabın fotoğrafını çekmek için tanıdık bilardo salonu aradım, koskocaman çevremde kimse bir bilardo salonu sahibi tanımıyormuş. Ben de gittim, daha önce birkaç kez önünden geçtiğim bir mekâna (adı Bilaryum Kafe'ymiş, Eskişehir Adalar'da) girdim, "çok affedersiniz, sakıncası yoksa masaların birinde bi' beş dakika fotoğraf çekebilir miyim?" diye sordum. İçeride bir de minik hasta kedi vardı, kalorifer peteklerinin üstündeki bir havluda yatıyordu. Demek ki burada iyi insanlar vardı. E dolayısıyla, konuştuğum iyi insan "tabii ki," diye cevap verdi, topa ihtiyacım olup olmadığını sordu, ben de tamamen estetik kaygılarla siyah, beyaz, kırmızı topları seçtim. Neden illa ki bilardo masası diye tutturduğumu da yazının devamında göreceksiniz. :)

Yine çok karmaşık hisler beslediğim bir kitap var elimde. Kitabı sevdim, ama aslında çok da sevmedim. Kitabı sevmedim, ama aslında bayağı güzel kitap. Bir kere, bilim kurgu edebiyatındaki Batı hakimiyetine rağmen Hugo ödülü almış bir kitap var elimizde, bu bile kitabı okumak için yeter sebep.

1967 yılında, Çin Kültür Devrimi sırasında başlıyor roman, ortalık kan revan, kargaşa içinde, "gerici" olarak etiketlenen akademisyenler sıkıntıda. İşlerinden oluyorlar, ölüme kadar varan cezalar alıyorlar.
Yan tarafındaki bir kadın Kızıl Muhafız, "Yalan söylüyorsun," diye bağırdı. "Einstein gerici bir akademikti. O adam cebini parayla dolduracak her efendiye hizmet eder. O ki, Amerikan Emperyalistleri'nin kucağına gidip onlar için atom bombaları inşa etti. Bilimsel devrim yapmak istiyorsak, görelilik kuramının temsil ettiği kapitalizmin siyah bayrağını indirmeliyiz."
Fizik profesörü Ye Zhetai'ın vahşice öldürülmesine tanık oluyoruz, bu sahneyi profesörün kızı Ye Wenjie de bizimle birlikte izliyor ve sonra tabii manyak oluyor. Ye Wenjie'nin çeşit çeşit sıkıntıyla geçen hayatını, gizli bir üste yaşayan ekibe katılıp orada çalışmasını, evlenip çocuk yapmasını izliyoruz kitap boyunca. Bir yandan da yakın geçmişe (2005'e) atlayıp yeni bilim insanlarıyla, bazı polisler ve askerlerle tanışıyoruz ve bütün bu insanlar ve olaylar bir ağ gibi birbirine bağlanıyor.

Nanoteknoloji üzerine çalışan Wang Miao'nun evine, iki polis ve iki askerden oluşan tuhaf bir grup geliyor, Wang'ı "birkaç akademisyen ve uzmanın katılacağı önemli bir toplantı"ya davet ediyorlar. Toplantıda hazır bulunan grup daha da tuhaf, toplantıyı yöneten bir tümgeneralin yanısıra bir ABD albayı, bir İngiliz albayı, iki de CIA çalışanı var, sonra Çin askerleri, polisler ve çeşitli temel bilim alanlarından akademisyenler... Wang'a uzun bir liste veriyorlar ve bu listedeki bütün bilim insanlarının son iki ay içinde intihar ettiğini söylüyorlar. Bilimin Sınırları adlı bir organizasyona üye olan bu insanların neden intihar ettikleri bilinmiyor; Wang da bu organizasyona davet edilmiş ve daveti kabul etmesini, böylece içeriden bilgi sağlamasını istiyorlar.

Wang bu teklifi önce reddediyor, sonra kabul ediyor, sonra eve dönmek yerine yine bir akademisyen olan (ve intihar eden akademisyenlerden birinin sevgilisi olan) Ding Yi'nin evine gidiyor. Ding Yi, fizik yasalarının zamana ve mekâna göre değişmediğini göstermek için bir deney yapmalarını istiyor. İki adam, bir bilardo masasını tutup kocaman bir oturma odasında dört kez farklı yerlere taşıyorlar. BİLARDO MASASINI! Ağırlığı en iyi ihtimalle 300-400 kg olan masayı. İki adam. Dört kez.
Bu vuruştan sonra masanın konumunu iki kez daha değiştirdiler: İlk önce oturma odasının kapısının yanına, ardından da ilk konumuna getirdiler. Ding iki kez daha topları yerleştirdi ve Wang iki kez daha vuruş yaparak siyah topu deliğe soktu. Sonunda ikisi de terlemişti.
Terlemişler... İki adamcağızın bir bilardo masasını, çay sehpası taşır gibi oradan oraya taşımasının mümkün olmadığını düşünmekte haksız mıyım? Abartıyor muyum acaba? Neyse... Masanın fizik kurallarına meydan okurcasına taşınabildiğini görmezden geliyoruz; bu deney, konum ve zaman değişse de aynı topa aynı şekilde vurunca aynı şekilde hareket ettiğini kanıtlıyor. Sonra Ding, kuantum fiziğinde bu işlerin böyle olmadığını açıklıyor.
"(...) Bu yüksek enerjili parçacık hızlandırıcılar, parçacıkların büyüklük sırasına göre, insanoğlunun daha önce hiç ulaşamadığı bir seviyede çarpıştırılması için gerekli enerjiyi temin etti. Fakat yeni ekipmanlarla yapılan deneylerde aynı partiküller, aynı enerji seviyesi ve aynı deneysel parametreler farklı sonuçlar verdi. (...) Ama sonuç her seferinde farklı oldu. Ortaya bir model çıkmadı."
(...)
"Bu, evrenin herhangi bir yerinde uygulanan fizik kanunlarının var olmadığı anlamına gelir. Bu, fizik... yok demektir," dedi Wang dönerek.
Kafası iyice karışan Wang, hobi olarak çektiği analog fotoğraflarda ortaya çıkan, sonra uykusunda devam eden, sonunda baktığı her yerde görmeye başladığı bir "geri sayım" yüzünden delirmenin eşiğine geliyor. Gözünün önünde uçuşan sayılara bir açıklama bulmaya çalışırken Üç Cisim adlı bir oyunla karşılaşıyor. Sanal gerçeklik gözlükleri ve özel bir kostümle oynanan oyun, gece ve gündüz döngüsü düzenli olmayan bir gezegende geçiyor. Güneşin ne zaman doğacağını bilmedikleri "Kaos Çağı" ile döngünün kısmen düzenli olduğu "Dengeli Çağ" arasında medeniyetlerini sürdürmeye çalışan insanlar, uzun Kaos Çağlarını kendilerini kurutarak, sonra da kuru bedenleri suya atıp canlandırarak atlatıyorlar. Oyun sahneleri ilginç olsa da, Wang tam olarak ne yapıyor da bu oyunda ilerliyor anlamadım ben. Oyuna her girdiğinde rastgele sahnelerde, farklı çağlarda ortaya çıkıyor, etrafı gözleyip insanlarla konuşuyor, hop bitti. Bir de kurguda şöyle bir sıkıntı fark ettim: Wang, gerçek hayatta kendisine verilen bir tomar kâğıdı oyunda ortaya çıkardı! İşte bu, sanal gerçekliğin aşırı büyük başarısı!

Roman bu üç esas hikâye, yani Wenjie'nin geçmişi, günümüzde yaşananlar ve Üç Cisim Oyunu arasında dönüp dolaşıyor ve fazla karışmadan akıcı bir biçimde ilerlemeyi başarıyor. Şimdilik kitaptaki olay örgüsünü bırakıp kendi fikirlerime geçeyim. Kitabın çevirisiyle başlayalım, çeviri çoğunlukla iyi ama bazı yerlerde aksıyor ya da belki yazar aksamış, ben çeviriyi suçluyorum. Emin değilim... Yazım hataları da biraz fazla sanki, bazen oluyor böyle şeyler ama ikinci baskıdan önce tekrar gözden geçirmişler, dolayısıyla ikinci baskı tertemizdir diye düşünüyorum. Minik minik şeyler gözüme takıldı hep kitapta. Wang Üç Cisim oynarken şöyle düşünüyor örneğin:
"Bir gezegenin yörüngesi ister yuvarlak ister elips olsun fark etmez, güneşin onun etrafındaki hareketi periyodik olmalıdır. Gezegen hareketlerinde toptan düzensizlik diye bir şey olamaz."
Sonra ben, koskoca bilim insanı neden gezegen merkezli bir bakış açısıyla fikir üretiyor acaba diye üzülüyorum. Etrafta dönenin yıldız değil gezegen olduğunu çok eskiden çözmüşlerdi oysa... Ya da kitabın geri kalanında tanrıdan eser yokken, bir akademisyen çıkıp "Tanrı, büyük patlama sırasında mikroskopik dünyayı sadece üç uzaysal boyut ve bir de zaman boyutuyla yaratmış," dediğinde canım sıkılıyor.

(Kitabın arka kapağında bahsedilmiş olsa da spoiler içeren bir noktaya değinmek üzereyim, dikkat!) Bir de iletişim mevzusu var, bilardo masasından sonra en çok bu noktada aklım kaldı. Rama'da Arthur C. Clarke uzaylılarla iletişim kurmak için matematiği kullanmıştı ve harika bir fikirdi. Bu kitapta ise, Dünya'dan gönderilen dört paragraflık bir metin (binary ile gönderildiğini varsaysak bile sözcüklere deşifre edilmesi gerekir) yeterli oluyor ve karşıdaki uzaylı bu mesajı çözüp anlamakla kalmıyor, o mesajda bulunmayan sözcükleri de kullanarak aynı dilde uzun bir cevap yazabiliyor. Nerede kaldı semantik? Nasıl oldu bu iş?

Kitabın işlediği fikir inanılmaz güzel, yazar epey de sürükleyici yazmış aslında, Ghost Ship'i anımsatıp ürperten bir bölüm bile var! Ama yukarıda anlattığım gibi aklıma takılan yerler var, bir de kitaptaki karakterleri sevemedim. Kitaptaki karakterlerden nefret de edemedim. Çünkü hepsi dümdüz. Birçok kurgu karakterin ölümüne dakikalarca ağlamış, bazı karakterlere nefretimden kitap sayfalarına homurdanıp car car etmiş, en sevdiklerim mutlu olunca kitabı bırakıp sırıtarak ortalıkta dolaşmış insanım; bu kitaptaki birçok karakterden hiçbiri için hiçbir şey hissedemedim. Belki bir tek başkomiser Shi Qiang hariç. Kaba ve huysuz bir polis olarak ortaya çıktığı kitapta, çok yönlü bir kişilik gösteren, gerçek bir insan gibi konuşan tek karakter oldu. Sonuç olarak, bu kitabı önermeye elim varmıyor ama "okumayın" diye kestirip atabileceğim bir kitap da değil. Konu güzel, kurgu akıcı, güzelinden "hard" bilim kurgu arıyorsanız bu kitabı seversiniz diye düşünüyorum.

Aa, son olarak... Kitabı okurken isimler konusunda zorlandım, sonra bir rehber video buldum, Çince (Mandarin) konuşan bir hanım, yazarın ve kitaptaki belli başlı karakterlerin isimlerinin doğru telaffuzunu açıklıyor. Şurada.

3 yorum:

  1. Merhaba;
    Geçtiğimiz yaz (biraz zorlanarak da olsa) okuyup tamamladığım bu romanı yüksek bilimsellikli ve alternatif fizik kurallarına göre kurulmuş anlatımına rağmen tamamlayabilmiştim.Çinli yazarı da “adamlar neler yazıyor bilimde nerelere gelmişler yahu” hayranlığım ile gıyabında kutlamıştım.
    Bazı bilimsel çelişkilere rağmen aldığı ödülü hak etmiş bir eser bence.sanırım bu eserin devamı da yazılmış.tiplerin donukluğu elbette alıştığımız anglo-sakson B.K. kahramanlarına benzememelerinden kaynaklıyor,bizimki bir tür şartlanma olmalı.Yani buradaki kahramanların Dr.Suzan Calvin, RAMA daki Dr.Nicole ya da Dr.Floyd’a benzememesi normal, tüm kahramanlar soğuk,coşkusuz ..ne de olsa filozofik, ağır kanlı millet bu Çinliler..aksiyon halinde iken Amerikalılar gibi espri yapmıyorlar.Belki Dr.Chandra kadar içine kapanık değiller ama…
    Seneler önce Arthur usta (space odyssey) Çinlileri Jüpitere gönderdiğine göre, adamlardaki cevheri o zamandan görmüş zaten…
    Özetle; her zaman savunduğum bir tezi yeniliyorum; bir ülkede bilim ve teknoloji varsa, iyi B.K.yazarları da olur…darısı başımıza..
    Tanıtımınıza teşekkürler, çok iyi toparlamışsınız,iyi okumalar!
    ankaralıkitapkurdu

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet bu kitabın devamında iki kitap daha var, İthaki onları da yayımlayacaktır sanırım. :)
      Teşekkürler yorumunuz için

      Sil
  2. ben kitabı sizin gibi sevsem mi sevmesem mi emin olamayanlardanım aslında benim en çok hoşuma giden kısmı 3 tane güneşi olan bir gezegende yaşam olursa nasıl onun kurgulanışıydı bilimkurgu okuru olarak beni daha önce hiç düşünmediğim şeyler düşündürüyorsa o kitabı başarılı buluyorum kendimce şu sıralar ithaki 2. kitabı çevirmiş ama ilk kitaba nazaran 3 cisimliler pek yok daha ziyade 400 yıl sonra gelecek düşmana karsı nasıl hazırlık yaparızı işliyorlar ve bence biraz absürd seçimler var yine de sonlarına geldim kitabın ithaki nin ilk kitaptaki karakterlerle yeni kitaptaki karakterlerin kim kimdir vs şeklinde bir soyağacı ya da karakter tanıtımı yapması gerek bence cince isimlere yabancı olunca bayaa karışıyor

    YanıtlaSil