24 Temmuz 2016

Yıldız Gemisi Askerleri


Yıldız Gemisi Askerleri - Starship Troopers
Robert A. Heinlein
Çeviren: Öznur Özkaya
İthaki Yayınları
Mayıs 2016 (1. basım)
306 sayfa

Ne kadar da gündeme uygun bir kitap okumuşum, değil mi? Gündemle ilgili konulara pek girmek istemiyorum, çünkü devlet televizyonunda, yüzünü muhtemelen hiç unutmayacağım bir kadıncağızın okuduğu bildiriyi izlerken hissettiğim dehşet/kaygı/korku karışımı hissi atlatmak için çok uğraştım. Boş verelim bunları, kitabımla ayracımın uyumuna dikkatinizi çekmek istiyorum. Bence, daha iyisini bulamazdım!

Yıldız Gemisi Askerleri, İthaki Bilimkurgu Klasikleri serisinin onuncu kitabı. İlk kez 1959'da yayımlanmış, 1960 yılında Hugo En İyi Roman Ödülünü almış ve ardından gelen birçok esere ilham kaynağı olmuş. Daha önce Türkçe çevirisinin yapılmaması, 80'lerde yükselen bilim kurgu çevirileri dalgasına yakalanmamış olması çok ilginç. Geç de olsa Türkçesi geldiği için, hem de çok şahane bir seriye dahil olduğu için mutluyum. Bir de, ben kitaba (5 üzerinden) 2 puan verdim ama mutlaka okunması gereken bir kitap olduğunu belirtmek isterim.

Kitaba az puan verdim, çünkü Yaban Diyarlardaki Yabancı'da olduğu gibi, giderek artan bir memnuniyetsizlikle okudum bu romanı. Heinlein'ın romana yerleştirdiği fikirlerinden hiç hoşlanmıyorum ama adam güzel yazıyor, akıcı yazıyor.


En baştan, aslında en sondan, arka kapaktaki alıntıdan başlayayım anlatmaya. "Silahlar tehlikeli değildir; insanlar tehlikelidir." Şu cümle, Heinlein'ın o sevmediğim bakış açısını özetliyor işte. En güncel örneği ile, ABD'de bireysel silahlanmayı bağıra çağıra savunan insanlardan duysam yadırgamayacağım bir cümle. Çünkü insanlar tehlikelidir, silahlı insanlar daha tehlikelidir. Değil mi?

Efendim, kitabımız silahların tehlikeli olmadığını anlatıyor, evet. Liseyi bitirdikten sonra orduya katılmaya karar veren Johnny (Juan) Rico'nun kaleminden, ordu macerasını okuyoruz. İnsanlar güneş sistemimizin dışına dağılmışlar, epey istikrarlı bir rejim var fakat bildiğimiz şekli ile demokrasi yok. Siviller oy verme gibi bazı haklardan mahrum, bu hakları elde edebilmek için en az iki yıl süren temel askerlik hizmetini yerine getirip "vatandaş" olmaları gerekiyor.
"Egemen oy hakkı insan yetkisinde nihai nokta olduğundan, bunu yönlendiren herkesin sosyal sorumlulukta da nihai olanı kabul ettiğinden emin oluyoruz. Devlet üzerinde kontrol sahibi olmak isteyen her bireyin devletin hayatını kurtarmak için kendi hayatıyla bahis oynamasını -ve gerektiğinde, bu bahsi kaybetmesini- şart koşuyoruz. Dolayısıyla, bir insanın kabul edebileceği en yüksek sorumluluk, bir insanın kullanabileceği nihai yetkiye eşittir."
Yani, söz konusu devleti yöneten güç tamamen askerlerin, daha doğrusu askerlik görevini tamamlamış olanların elinde. Adeta sürekli iktidarda olan bir darbe hükümeti. Fakat masal bu ya, her şey çok yolunda, siviller durumdan memnun, refah yüksek. Bu memnuniyetin temeli okul yıllarında, Tarih ve Ahlâk Felsefesi dersi ile atılıyor. Kitabın ortalarında bir yerde, neredeyse üç sayfalık bir ahlâk tartışması var ki, bağlandığı sonuca katılmasam da zihin açıyor. (O yüzden Heinlein'ın yazdıklarını sevmesem de mutlaka okumak gerektiğini düşünüyorum.)
"Genç bayan, 'ahlâki içgüdü' diye tanımladığınız şey, hayatta kalma mücadelesinin kişisel varlığınızı sürdürmenizden daha güçlü yaptırımları olduğu gerçeğinin büyükleriniz tarafından size aşılanmasıdır. Ailenizin hayatta kalma mücadelesi gibi. Ya da sahip olduğunuz çocuklarınızın. Daha yükseklere çıkarsanız, ulusunuzun varlığı. Böyle devam eder gider."
Juan Rico, liseden mezun olduktan sonra orduya katılmaya ve "Federal Askerlik Hizmeti"ni tamamlamaya karar veriyor. Babası ise buna şiddetle karşı çıkıyor, ailelerinin nesillerdir politikadan uzak durduğunu (çünkü Heinlein'ın kurduğu dünyada politika ve askerlik iç içe geçmiş) ve Juan'ın Harvard'da işletme okuyacağını, sonra da aile şirketinde çalışıp ileride patron koltuğuna oturacağını; bütün bunların çok önceden planlandığını söylüyor. Yine de, kahramanımız en az iki yıl sürecek olan hizmet için kayıt yaptırıyor; lüks içindeki evini, annesinin gözyaşlarını ve babasının hiddetini ardında bırakıp gidiyor. Çevik Piyade olarak sınıflandırılıp uzuun bir eğitim sürecine başlıyor. Fakat bir süre sonra barış havası değişmeye başlıyor ve "Böcekler"e karşı girişilen savaş ile beraber Juan'ın gerçek bir askere, bir profesyonele dönüşmesini izliyoruz.

Olay kısaca bundan ibaret. Konunun ilerleyişini çok fazla anlatmak istemiyorum, kafam karışıyor, kafam karıştıkça yazı da karışıyor. Kitabı alın okuyun işte. Heinlein'ın iyi bir yazar olduğu gerçeğini inkar edemiyorum, dolayısıyla kitap da güzel güzel okunuyor. Fakat, başta dediğim gibi, yazarın fikirleri zihnimde ekşi bir tat bırakıyor. Ama aynı zamanda militarizm hakkında bol bol düşünme imkanı da veriyor. Kitaptaki askerî sistem, anladığım kadarıyla, en ince detaylarına kadar düşünülmüş ve derli toplu bir kurgu. Sivil hayat, yönetim biçimi, teknoloji ve benzeri konulardaki bilgiler ise metin içinde gizlenmiş; yine de kitabı okudukça belirgin bir şekil canlanıyor. Bir kez daha tekrar edeyim: Ben kitabı çok sevmedim ama yine de, kesinlikle okunması gereken kitaplardan biri.

14 Temmuz 2016

Amerikan Tanrıları


Amerikan Tanrıları, Onuncu Yıl Edisyonu - American Gods The Tenth Anniversary Edition
Neil Gaiman
Çeviren: Niran Elçi
Çeviren: Alican Saygı Ortanca (Onuncu yıl edisyonu ekleme ve ek metinler)
İthaki Yayınları
Kasım 2015 (1. basım)
708 sayfa

Amerikan Tanrıları neredeyse iki ay boyunca elimde süründü. Tuğla ebadında bir kitap olduğundan yanımda taşımam mümkün değildi, birkaç kez denedim ama büyük hata ettiğimi anladım. Bir bilgisayar masamda, bir komodinde, bir mutfak masasında dolandı durdu, sandalyede koltukta insan gibi oturup kitap okumayı beceremediğim için kol kaslarımı çalıştırdı, kahvaltılarıma eşlik etti ve bitmek bilmedi. Kitap için diyorlar ki, "ya çok seversin ya nefret edersin." Ben her ikisini de diyemiyorum çünkü kitaptan nefret etmedim ama çok sevdiğimi de söyleyemem. Yalnız, uzadıkça uzadı ve sıkıldım.

Kitabın nesnesinden bahsedeyim önce. Kalın ciltli baskı kitabın cüssesine cüsse katıyor ama aynı zamanda kitaplıkta da çok güzel gözüküyor. Bayılıyorum kalın ciltlere. Bu inanılmaz güzel tasarlanmış olan cildi, çok da güzel olmayan bir şömizle kaplamışlar. Kitap cildindeki baskın renk beyaz olduğu için, aman kirlenmesin diye giysili gezdirdim kitabı. Fakat o kapak! <3


(Danse Macabre, kitapta bahsi geçen eserlerden biri. Ben yazıyı yazarken biraz dinledim, siz de dinlemek istersiniz belki.)

Kitabımız kısa bir önsöz ve not ile başlıyor, Amerikan Tanrıları'nın nasıl kısaltıldığını, sonra 10. yıl edisyonu için nasıl tekrar uzadığını anlatıyor. Sonra birinci bölümle beraber, üç yıl hapis yatan Gölge ile tanışıyoruz. Hapisteyken vakit öldürmek için bozuk para numaraları öğreniyor, cezası bitip hapisten çıkmasına iki gün kalmışken, karısı Laura'nın bir trafik kazasında öldüğü ve bu yüzden erken tahliye edileceği haberini alıyor. Evine gitmek için bindiği uçakta yanına oturan adam, Gölge'ye bir iş teklif ediyor, Gölge işi reddediyor, adam bir yerlerde tekrar karşısına çıkıp teklifini yineliyor. Sonunda Gölge, adının Bay Çarşamba olduğunu söyleyen adamın iş teklifini kabul ediyor ve kendisini akıl almaz olayların içinde buluyor.

Olay, en basit hali ile, tanrıların iktidar kavgası. Bir tarafta, göçmenlerin Yeni Dünya'ya yanlarında getirdikleri eski tanrılar (Nordik tanrılar, Slav tanrıları, Hint tanrıları, İslam dünyasından bir cin...) var; diğer yanda ise modern dünyanın tanrıları (televizyon, para falan.) Bay Çarşamba, yeni tanrılarla olan mücadelesine yandaş arıyor, kendisi gibi arkaik tanrıları tehlikenin gerçek olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Gölge ise Bay Çarşamba'nın maaşlı elemanı, getir götür işlerine bakıyor, yeni tanrıların tehditleri ve şiddeti ile karşılaşıyor ve ölen karısının neden ölü olarak kalmadığını merak ediyor.

Leprikonlar, Odin, Loki, Anansi (evet Anansi Çocukları'ndaki), Anubis, Brahma ve az bildiğim, sadece adını duyduğum, hiç bilmediğim onlarca tanrı, tanrıça, mistik yaratık var. Para illüzyonları, bahisler, kaybolan çocuklar, bir atlıkarınca... Hayır, kitabı okumak bu kadar uzun sürünce derli toplu anlatamıyorum da, böyle tonlarca değişik değişik şey var.

Kitabın içinde çok ilgimi çeken hikâyeler buldum aslında. Gölge'nin gizlendiği Lakeside kasabasını anlatan bir kitabı severdim mesela; alabildiğine sıradan ve sakin kasabada her yıl ortadan kaybolan çocuklar? Mükemmel olay.

Yarım milyon dolar değerindeki kitapları çalan hırsızı okumak da isteyebilirdim. Üstelik hırsız hapishanede ölüyor ve çaldığı kitapları nereye sakladığı bilinmiyor.
"Gary, revirdekiler ona hasta taklidi yaptığını söylediği sırada hapishanede öldü. Kendini halsiz hissederek geçirdiği bir gün, apandisitinin patlamasıyla son bulmuştu. Tam şu anda, Lakeside Kütüphanesi'ndeyken Göle, San Clemente'de sıra sıra kutuların, içindeki az bulunan, sıradışı, güzel kitaplarla birlikte çürüdüğünü, karanlıkta karardığını, solduğunu, küf ve böcekler tarafından yendiğini ve onları özgür bırakmak için asla gelmeyecek birini beklediklerini düşünürken buldu kendini."
Gaiman, kitapta zaman zaman olay örgüsünü bırakıp eski tanrılar ve onları ABD'ye getiren ilk göçmenlerle ilgili kısa bölümler yazmış. Hepsini çok sevdim.

Kitabın sonuna doğru bir yerde, "bir VW araba büyüklüğünde, bedensiz bir başa benzeyen bir şey"den bahsediyor Gaiman. Adam İngiliz, adam Doctor Who seviyor, adam Doctor Who için senaryo bile yazdı. Hiç kimse, Gaiman'ın bahsettiği bu şeyin Face of Boe olmadığına beni ikna edemez.

Şu kitap yorumunun dağınıklığına ne deseniz haklısınız. Fakat işte, kitap da böyle. Şu anda masamda açık duruyor, not aldığım yerlere bakıyorum, parça parça bakınca çok güzel. Ama hepsi bir arada çok karışık, çok uzun, dağınık. Bolca mitoloji var, Gaiman'ın tatlı mizahı var, zengin karakterler var...Yine de, kitabın bütününü çok sevemedim ve neden sevmediğimi de anlatamıyorum. Çok acayip. Kitabı önermek konusunda da aynı çekimser tavrı sürdüreceğim, okuyun/okumayın diyemiyorum. Onun yerine, kedi tanrıçadan bir alıntı yapıp gideyim.
"Bizi semboller olarak düşün. Biz insanlığın, mağara duvarlarındaki gölgelerin mantıklı hale gelmesi için yarattığı düşleriz."

2 Temmuz 2016


Buralar nasıl da dutluk olmuş! Bir aydan daha uzun süredir blogu tamamen ihmal etmemin hafif mahcubiyetiyle bir güncelleme yazayım dedim. (Mahcubiyet derken, epeyce hafif çünkü bana ne yahu, yazasım gelmedi!)

Tam olarak şu yukarıdaki kedi gibi hissediyorum kendimi. Mümkün olsa hiçbir iş yapmadan böylece oturup boşluğa bakacağım. Fakat bir miktar bayram temizliği, bir adet evlenmek üzere olan en yakın arkadaş (gelinlik modelleri ve davetiye çeşitleri hakkında ne kadar çok şey öğrendiğime inanamazsınız!), rutin sağlık kontrolleri, kuzenlerimle biraz vakit geçireyim derken oturup boşluğa bakacak fazla zamanım kalmıyor. O zamanları da, çeşitli diziler izlemek gibi (boşluğa bakmaktan çok da farklı olmayan) eylemlerle dolduruyorum.

Kayıp Rıhtım için bir yazı hazırlayacağım, 10 gündür giriş paragrafını yarım bıraktım, ilgili kitapları masamın köşesine yığdım, öylece bekliyor. Çünkü yaşasın yaz rehaveti!

Cessie'ye kitap önereceğim, günlerdir bir minik liste yapamadım, öylece bekletiyorum. Çünkü yaşasın yaz rehaveti!

Bir de, kitap okumaya ayırdığım zamanın çoğunu evin dışında geçirdiğimi fark ettim. Kitabı çantamda taşıyınca tramvay beklerken, dışarıda kahve içerken, herhangi bir randevu için beklerken bol bol okuyabiliyorum ama yanımda taşınamayacak büyüklükteki kitapları okumam çok uzun sürüyor. Neredeyse iki aydır Amerikan Tanrıları'nı okuyorum, bir türlü bitiremedim. Fakat çok az kaldı, yakında bitirip yorumumu da yazacağım umarım.


Bu arada yeni bir Eskişehir sahafı buldum. Germinal Sahaf, Adalar Sokak'ta minicik bir dükkan, sahibinin sohbeti de pek tatlı. Aslında sahaf yeni değilmiş, ben yeni bulmuşum. 3-4 yıldır açık olan bu güzel mekânı daha önce görmediğim için üzüldüm fakat hiç bulamamaktan iyidir. Yolunuz düşerse uğrayın, güzel distopyalar öneriyor. ^_^

Durum böyleyken böyle. (Hiçbir anlam ifade edemeyen şu "böyleyken böyle" lafına bayılıyorum.) Sıcak hava bende rehavet yaptı, okuduğum kitap da uzadıkça uzayınca buraları çok boşladım. Umarım hızlanarak devam edeceğim.