30 Nisan 2016

Eskişehir Kitap Fuarı ve alışveriş

Merhaba :)

Bu sıralar kitap okuyamıyorum. Gerçekten, beni huzursuz eden bir biçimde, okuyamıyorum. Dikkatim dağılıyor, uykum geliyor. Bu hâlime bir çare olsun diye Asimov'a sığındım, yine de okuyamıyorum. Sonsuzluğun Sonu'na başladım. Evde iki baskısı (Altın Kitaplar ve Cep Kitapları) vardı, Rasim de Eskişehir'e gelince bana kendi basımlarını (yani MonoKL) hediye etti. En yeni çeviriyi okuyayım diye hemen başladım ama ilerleyemiyorum, hava çok güzel! Sabahın köründe yürüyüşe çıkacak kadar güzel. Bu kitabı bitireceğim de, daha eski baskılarla çeviri karşılaştırması yapıp Kayıp Rıhtım'a dosya hazırlayacağım. Kim bilir ne zamana yaparım... Şimdilik kitabın kapaklarını paylaşayım hiç olmazsa.



19 Nisan 2016

Alfa Cellatları (Baskan #4)


Alfa Cellatları - Alpha Yes, Terra No!
Emil Petaja
Çeviren: Şerif Yenen
Baskan Yayınları
Kurgu-Bilim Dizisi 4
1983
176 sayfa

Aylardır üşeniyordum, bahar gelmişken blogumun renklerini değiştirdim! Nasıl olmuş?

Bu sefer lafı hiç dolandıramayacağım: Kitabı neresinden tutsam elimde kalıyor. Seksenlerde çevrilmiş bir sürü kitap okudum, o dönemin yazı dilini, çevirilerini çok seviyorum ama bu kitap gerçekten kötü. Kitabın orijinali mi böyle kötüydü, sorun çeviri mi bilmiyorum ama bir şeyler çok eksik. Minicik, incecik kitap ama okurken öyle çok sıkıldım bunaldım ki, günlerce bitmek bilmedi, alıp birkaç sayfa okumaya elim varmadı.

Alfa Cellatları, Baskan Kurgu-Bilim Dizisi'nin dördüncü kitabı. Fin asıllı ABD'li, bolca kitap yazmış olan Emil Petaja'nın bu kitabı Ace Double formatında (bir Delany kitabı ile sırt sırta) ilk kez 1965'te basılmış. Kitabın en sevdiğim (tek sevdiğim?) yanı kapağı oldu. Şu fütürist saça, makyaja bakar mısınız! Ben de böyle makyaj yapıp gezmek istiyorum. Ama saçıma bunu yapamam, ısrar etmeyin!
 
Kitabın olay akışını anlatmak gelmiyor içimden. Biraz daha karmaşık bir yoldan gideceğim. Daha ilk sayfada görüyoruz ki, bir yabancı, bir uzaylı ya da öyle bir şey Dünya'ya gelmiş ve San Francisco'da geziniyor. Bu "şey" dış görüntüsünü değiştirebiliyor:
"Şimdilik sadece her amaca hizmet eden bir vücutla görünmeye karar verdi. Hızla gelen bir taksinin ve boş bir otobüsün önünden fırlayarak Embarkadero'yu geçti. Görünüşü bir bukalemun gibi çevresine uyacaktı. Sırası geldikçe de belirli bir kişiliğe bürünecekti."
Bu yaratık, kitaptaki esas karakterlerden biri. Görüntüsü değişiyor, oradan oraya geziyor, Dünya'da belirli bazı insanları arıyor, peşinde kendi gezegeninden bir düşman var ve böyle şeyler... Bu arada bazı insanları da okuyoruz, bir bar şarkıcısı, kafası karışık bir kadın, İzlanda'da bir adam, Birleşik Dünya Başkanı'nı perde ardından yöneten aşırı güçlü adam. Bütün bunlar, kimin ne olduğu anlaşılmayan karmaşık bölümler halinde ilerliyor. Belli ki, kitabın temelinde iyi bir fikir kırıntısı var ama üzerine inşa edilen kurgu yamuk. Çevirinin de katkısı iyi yönde olmamış, ne dediğini anlamadığım çok fazla cümle var, diyaloglarda kim konuşuyor belli değil... Kitabın ikinci yarısında yabancı bir gezegene gidiyoruz, yazarın kurguladığı çok gelişmiş çok üstün bu gezegende "erkekler birer içki daha alırken kadınlar makyaj tazelemeye gidiyorlar." Gerçi yazarın hakkını vermek lazım, "hyprothemia" (hypothermia değil, kitabın İngilizcesinde de böyle yazılmış) adlı bir teknolojiden bahsedip, çağdaş kurguda bol bol kullanılan kriyojeniyi tarif ediyor.

Konu ilerledikçe, dağınık kurgunun içindeki ip uçlarını toplayıp anlamaya başladım, sonunda. Dünyalılar uzaya açılmış, Güneş Sistemi'nin dışına çıkmayı başarmışlar ama ahlaki geri kalmışlıkları Alpha gezegeni sakinlerini endişelendirmiş. Gelişen uygarlıklara müdahale etmemekten yana olan gezegende, bir kişi çıkıp Dünya'yı komple yok etmeleri gerektiği fikrini kabul ettirmiş. Buna tamamen karşı olan ve Dünyalıların gelişme şansını korumak isteyen bir başkası da gizlice Dünya'ya gelmiş ve gezegeni kurtarma şansı olan insanları arıyor. O insanlar mı? Ha, şey canım... Alphalı bir sanatçının Dünya'ya (yasa dışı olarak) attığı tohumlardan üreyen birkaç insan, genlerinde Alpha tohumu var.
"Eğer Dünyalılar fiziksel olarak ilkel olsalardı, onlara kucağımızı açıp, yardım edebilirdik. Fakat onlar ilerlediler, ama hâlâ kötüler. İlerlemiş teknolojilerini kendi ırklarının iyiliği için kullanacakları yerde, kendilerinden daha zayıf ırkları ve güneş sistemindeki gezegenlerde yaşayanları köle etmek için kullandılar."
Yani... Adam haklı. Yakın gezegenlerde bizden daha az gelişmiş türlerle karşılaşsak kesin öyle yapardık. Bir şirket oradan kâr etme yolunu bulurdu, arada birkaç protestocu çıkardı fakat henüz hayvan haklarını benimseyememiş bir türe nasıl anlatacaksın "uzaylılar da insan" diye. Neyse... Sonuç olarak, kitaptaki "iyi fikir kırıntısı" bana yetmedi, kurgunun dağınıklığı ve çevirinin yetersizliği dışında, yazarın romantik yaklaşımını da sevmedim. Bu kitap gerçekten bana göre değilmiş.

Fakat Alfa Cellatları ile ilgili söylemek istediğim son bir şey var.

Kitabı okurken dikkatimi çeken bir paragrafı, İngilizcesi ile karşılaştırmak istedim. Herkesin yapacağı gibi Google'a girdim, kitabın ve yazarın isimlerini yanına ebook, mobi, pdf falan gibi anahtar sözcükler ekleyerek aklıma gelen her şekilde aradım. Bütün bir gün aradım, markete gittim, aradım, yemek yaptım, aradım, kahve yaptım, aradım, dizi izledim, aradım. Bulamadım. Son çare olarak, neredeyse kitabın orijinalini ABD'den sipariş edecektim, New York'ta bir kitapçıda buldum! Nihayet internetin çok derinlerine (yok yok, deep web kadar derine değil) girip kitabın İngilizcesini buldum. Karşılaştırdım ve on dakika boyunca güldüm. Karşılaştırdığım yeri önce İngilizce, sonra Türkçe olarak sizinle de paylaşıyorum, sonra yorum yapmadan gidiyorum:
Again, in the middle of the air, like Ezekiel's wheel, giants stalked hugely out of the Earth's years. The prophets. Jesus exhorting the multitudes for brotherly love and forgiveness. Buddha and Mohammed. Plato and Socrates. Michelangelo dying in an ecstasy to create the Sistine Chapel. Leonardo da Vinci's art and science. Confucius. Goethe. Bach. Beethoven's thunderous Ninth Symphony with its eternal message of goodwill.

Yine havadaki ekranda Erekiel'in tekerleği gibi, Dünya tarihi boyunca devler gururla yürüdüler. Peygamberlerden kardeşçe bir sevgi ve bağışlama amacıyla halk yığınlarına öğütler veren İsa, Buda ve Muhammed; Düşüncelerinden Eflatun ve Sokrat; Sistine kilisesini yaratmak için kendinden geçerek ölen Michelangelo; Leonardo da Vinci'nin sanatı ve bilmi! Konfüçyüs, Goethe, Bach, "Yurtta sulh cihanda sulh" diyen büyük devlet adamı Atatürk, iyiliğin ebedi mesajlarıyla dolu Beethoven'in dokuzuncu senfonisi sırayla geçtiler ekrandan.

11 Nisan 2016

Milyarlarca ve Milyarlarca


Milyarlarca ve Milyarlarca: Milenyumun Eşiğinde Yaşam ve Ölüm Üzerine Düşünceler - Billions and Billions: Thoughts on Life and Death at the Brink of the Millenium
Carl Sagan
Çeviren: Füsun Baytok
TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları
Ekim 2011 (4. basım)
282 sayfa

TÜBİTAK'ın "iyi ki yayımlamışlar" diye sevindiğim kitaplarından biri Milyarlarca ve Milyarlarca. Carl Sagan'dan bilimsel yöntem, muhafazakârlık, küresel ısınma, din ve bilim ittifakı hakkında yazılar, çocukluğu ile ilgili birkaç anı ve sonunda hastalığı.

Popüler bilim okumayı seviyorsanız ama henüz Carl Sagan okumadıysanız, bu kitabı okuma listenize almanızı şiddetle öneririm. Ciltli baskısı çok güzel, çeviri yeterince iyi, TÜBİTAK'tan beklemeyeceğim yazım hataları var ama kitabı okutmayacak kadar fazla değil. Bilimin Türkçeleştirilmesi yönünde bir çabayla, Alpha Centauri'yi Alfa Erboğa olarak kullanmayı tercih etmişler, böyle şirinlikler var kitapta. (Bir gün kurgu yazmaya teşebbüs edersem esas oğlanın adı Alfa Erboğa olabilir bence.)

İtiraf etmem lazım, kitabı okurken bazı bölümlerde çok sıkıldım. Özellikle küresel ısınma, CFC'ler, Montreal Protokolü gibi şeyleri anlattığı bölümler, otuz yıl öncesine ait tartışmalar olduğu için "hı hım, tamam bunları biliyoruz" diye homurdanarak okudum. Fakat Sagan'ın nüfus artışıyla ilgili öngörülerini ve "demografik geçiş" yorumunu okumak ilginçti:
"Dünyanın içinde bulunduğu nüfus bunalımının temel nedenlerinden biri yoksulluktur.
Demografik geçişin çok ilginç istisnaları vardır. Kişi başına düşen gelirin yüksek olduğu bazı ülkelerde doğum oranları da yüksek olabilmektedir. Ama bu ülkelerde doğum kontrol araçları pek bulunmamaktadır ve/veya kadınların siyasette etkili bir gücü yoktur. Aradaki bağlantıyı görmek güç değil."

2 Nisan 2016

Alışveriş Raporu


Yılbaşı yazımda demiştim ki: Bu yıl (sahaflar ve çok beklediğim kitaplar dışında) kitap almayacağım.
Siz de bana demiştiniz ki: AHAHHAHA AAHAHA HAHAHAH AHAH!!!

Madem ortaya bir iddia attım, bununla ilgili rapor da vermeliyim bence. İstikrarı sağlayabilirsem, yıl boyunca üç aylık raporlar hazırlamaya niyetlendim. Ocak-Mart arası alışverişlerimle ilk raporumu sunuyorum efendim.

Fotoğrafta gördüğünüz beş kitap, yılın ilk üç ayı içerisinde, vicdanım tamamen rahat olarak aldığım kitaplar.

Mort ve Avni'yi, Julvern Sahaf'tan aldım. Avni albümünü kaçırsaydım çok üzülürdüm. Mort'u ise, Diskdünya serisini Delidolu Yayınları'ndan alıp okumaya niyetlendiğim halde, bulunması zor olan baskılardan birini bulmuşken, dayanamadım aldım. Asimovları da Bilim Sahaf'tan aldım. Asimov kitabı alma nedenimi açıklamama hiç gerek yoktur diye düşünüyorum! ^_^ Bu kitapçıların her ikisi de, iyi ki Instagram'da takip ediyorum diye sevindiğim, güzel kitapları olan sahaflar.

Bu beşli içindeki son kitap olan Hakkari'de Bir Mevsim'i ise daha birkaç gün önce, bir kitapçı zincirinin kampanya sepetinde görünce aldım. En az dört yıldır okuma listemdeydi, sürekli erteliyordum. 10 liraya görüp yine de almasaydım çok ayıp olacaktı.


Fakat bir de, vicdanımı "hafifçe" rahatsız eden kitaplar var. Bakınız: hemen yukarıdaki fotoğraf. Amerikan Tanrıları yine uzun zamandır alınacaklar listemde olan ama ertelediğim kitaplardan biriydi. Hem onuncu yıl edisyonu olup hem de bir internet sitesinde yaklaşık %25 indirimli bulunca aldım. Almasam da olurdu ama dayanamadım.

Tamamı 6 45'in kitaplarından oluşan yığın ise... Bir dakika ya, "alışveriş yapmıyorum dedin, yıllık kitabı toptan almışsın" demeyin. Alışveriş yapmadım. Barter diyelim biz ona. Malum, 6 45'in özensiz baskılarına çok kızarım hep, birkaç ay önce Deniz bana "bize düzeltme yapar mısın?" deyince, ilk kez Türkçe baskısı yapılacak bir kitap için, 6 45'le çalıştım. Çünkü, 6 45'le olan aşk-nefret ilişkim bunu gerektirir! Bundan sonra güzel kitapları, güzel baskılarla çıkaracakları yönünde bir izlenim edindim ben. Hevesle bekliyorum. Sonra da büyük bir yüzsüzlükle eksik Philip K. Dick kitaplarımı (ve bir Bradbury, bir Mark Hodder kitabını) kendime hediye ettirdim. Elimin değdiği kitap çıkınca da bir yazı yazar, haber veririm artık. :)

(Fotoğrafı çektikten sonra hatırladım, nasıl olsa blogda yazısı var diye de yeni fotoğraf çekmedim, bir de Ay'da 172 Saat İthaki'den hediye geldi. Bir de, yine fotoğrafa eklemeyi unuttuğum, Eskişehir'de bir sahaftan aldığım Tatlı Betüş [Aziz Nesin] var.)

Böylece, üç ayda sadece yedi kitap satın alarak (on tane de hediye alarak) bence kendimi epey iyi tutmuşum. Önümüzdeki üç ayı daha da sıkı bir diyetle geçirmek niyetindeyim. Normalde hiç önemsemediğim özel günleri (kendi doğum günümü unutuyorum neredeyse) bu yıl biraz suistimal edip herkesin bana kitap hediye etmesini sağlamak gibi çok terbiyesizce fikirlerim de var ama, bakalım ne olacak...