Alfa Cellatları - Alpha Yes, Terra No!
Emil Petaja
Çeviren: Şerif Yenen
Baskan Yayınları
Kurgu-Bilim Dizisi 4
1983
176 sayfa
Aylardır üşeniyordum, bahar gelmişken blogumun renklerini değiştirdim! Nasıl olmuş?
Bu sefer lafı hiç dolandıramayacağım: Kitabı neresinden tutsam elimde kalıyor. Seksenlerde çevrilmiş bir sürü kitap okudum, o dönemin yazı dilini, çevirilerini çok seviyorum ama bu kitap gerçekten kötü. Kitabın orijinali mi böyle kötüydü, sorun çeviri mi bilmiyorum ama bir şeyler çok eksik. Minicik, incecik kitap ama okurken öyle çok sıkıldım bunaldım ki, günlerce bitmek bilmedi, alıp birkaç sayfa okumaya elim varmadı.
Alfa Cellatları, Baskan Kurgu-Bilim Dizisi'nin dördüncü kitabı. Fin asıllı ABD'li, bolca kitap yazmış olan Emil Petaja'nın bu kitabı Ace Double formatında (bir Delany kitabı ile sırt sırta) ilk kez 1965'te basılmış. Kitabın en sevdiğim (tek sevdiğim?) yanı kapağı oldu. Şu fütürist saça, makyaja bakar mısınız! Ben de böyle makyaj yapıp gezmek istiyorum. Ama saçıma bunu yapamam, ısrar etmeyin!
Kitabın olay akışını anlatmak gelmiyor içimden. Biraz daha karmaşık bir yoldan gideceğim. Daha ilk sayfada görüyoruz ki, bir yabancı, bir uzaylı ya da öyle bir şey Dünya'ya gelmiş ve San Francisco'da geziniyor. Bu "şey" dış görüntüsünü değiştirebiliyor:
"Şimdilik sadece her amaca hizmet eden bir vücutla görünmeye karar verdi. Hızla gelen bir taksinin ve boş bir otobüsün önünden fırlayarak Embarkadero'yu geçti. Görünüşü bir bukalemun gibi çevresine uyacaktı. Sırası geldikçe de belirli bir kişiliğe bürünecekti."
Bu yaratık, kitaptaki esas karakterlerden biri. Görüntüsü değişiyor, oradan oraya geziyor, Dünya'da belirli bazı insanları arıyor, peşinde kendi gezegeninden bir düşman var ve böyle şeyler... Bu arada bazı insanları da okuyoruz, bir bar şarkıcısı, kafası karışık bir kadın, İzlanda'da bir adam, Birleşik Dünya Başkanı'nı perde ardından yöneten aşırı güçlü adam. Bütün bunlar, kimin ne olduğu anlaşılmayan karmaşık bölümler halinde ilerliyor. Belli ki, kitabın temelinde iyi bir fikir kırıntısı var ama üzerine inşa edilen kurgu yamuk. Çevirinin de katkısı iyi yönde olmamış, ne dediğini anlamadığım çok fazla cümle var, diyaloglarda kim konuşuyor belli değil... Kitabın ikinci yarısında yabancı bir gezegene gidiyoruz, yazarın kurguladığı çok gelişmiş çok üstün bu gezegende "erkekler birer içki daha alırken kadınlar makyaj tazelemeye gidiyorlar." Gerçi yazarın hakkını vermek lazım, "hyprothemia" (hypothermia değil, kitabın İngilizcesinde de böyle yazılmış) adlı bir teknolojiden bahsedip, çağdaş kurguda bol bol kullanılan kriyojeniyi tarif ediyor.
Konu ilerledikçe, dağınık kurgunun içindeki ip uçlarını toplayıp anlamaya başladım, sonunda. Dünyalılar uzaya açılmış, Güneş Sistemi'nin dışına çıkmayı başarmışlar ama ahlaki geri kalmışlıkları Alpha gezegeni sakinlerini endişelendirmiş. Gelişen uygarlıklara müdahale etmemekten yana olan gezegende, bir kişi çıkıp Dünya'yı komple yok etmeleri gerektiği fikrini kabul ettirmiş. Buna tamamen karşı olan ve Dünyalıların gelişme şansını korumak isteyen bir başkası da gizlice Dünya'ya gelmiş ve gezegeni kurtarma şansı olan insanları arıyor. O insanlar mı? Ha, şey canım... Alphalı bir sanatçının Dünya'ya (yasa dışı olarak) attığı tohumlardan üreyen birkaç insan, genlerinde Alpha tohumu var.
"Eğer Dünyalılar fiziksel olarak ilkel olsalardı, onlara kucağımızı açıp, yardım edebilirdik. Fakat onlar ilerlediler, ama hâlâ kötüler. İlerlemiş teknolojilerini kendi ırklarının iyiliği için kullanacakları yerde, kendilerinden daha zayıf ırkları ve güneş sistemindeki gezegenlerde yaşayanları köle etmek için kullandılar."
Yani... Adam haklı. Yakın gezegenlerde bizden daha az gelişmiş türlerle karşılaşsak kesin öyle yapardık. Bir şirket oradan kâr etme yolunu bulurdu, arada birkaç protestocu çıkardı fakat henüz hayvan haklarını benimseyememiş bir türe nasıl anlatacaksın "uzaylılar da insan" diye. Neyse... Sonuç olarak, kitaptaki "iyi fikir kırıntısı" bana yetmedi, kurgunun dağınıklığı ve çevirinin yetersizliği dışında, yazarın romantik yaklaşımını da sevmedim. Bu kitap gerçekten bana göre değilmiş.
Fakat Alfa Cellatları ile ilgili söylemek istediğim son bir şey var.
Kitabı okurken dikkatimi çeken bir paragrafı, İngilizcesi ile karşılaştırmak istedim. Herkesin yapacağı gibi Google'a girdim, kitabın ve yazarın isimlerini yanına ebook, mobi, pdf falan gibi anahtar sözcükler ekleyerek aklıma gelen her şekilde aradım. Bütün bir gün aradım, markete gittim, aradım, yemek yaptım, aradım, kahve yaptım, aradım, dizi izledim, aradım. Bulamadım. Son çare olarak, neredeyse kitabın orijinalini ABD'den sipariş edecektim, New York'ta bir kitapçıda buldum! Nihayet internetin çok derinlerine (yok yok, deep web kadar derine değil) girip kitabın İngilizcesini buldum. Karşılaştırdım ve on dakika boyunca güldüm. Karşılaştırdığım yeri önce İngilizce, sonra Türkçe olarak sizinle de paylaşıyorum, sonra yorum yapmadan gidiyorum:
Again, in the middle of the air, like Ezekiel's wheel, giants stalked hugely out of the Earth's years. The prophets. Jesus exhorting the multitudes for brotherly love and forgiveness. Buddha and Mohammed. Plato and Socrates. Michelangelo dying in an ecstasy to create the Sistine Chapel. Leonardo da Vinci's art and science. Confucius. Goethe. Bach. Beethoven's thunderous Ninth Symphony with its eternal message of goodwill.
Yine havadaki ekranda Erekiel'in tekerleği gibi, Dünya tarihi boyunca devler gururla yürüdüler. Peygamberlerden kardeşçe bir sevgi ve bağışlama amacıyla halk yığınlarına öğütler veren İsa, Buda ve Muhammed; Düşüncelerinden Eflatun ve Sokrat; Sistine kilisesini yaratmak için kendinden geçerek ölen Michelangelo; Leonardo da Vinci'nin sanatı ve bilmi! Konfüçyüs, Goethe, Bach, "Yurtta sulh cihanda sulh" diyen büyük devlet adamı Atatürk, iyiliğin ebedi mesajlarıyla dolu Beethoven'in dokuzuncu senfonisi sırayla geçtiler ekrandan.