26 Ocak 2016

1002. Gece Masalları


1002. Gece Masalları
Hazırlayan: Yiğit Değer Bengi
Yazarlar: Barış Müstecaplıoğlu, Giovanni Scognamillo, Nazlı Eray, Ümit Kireççi, Kadir Aydemir, Altay Öktem, Arzu Çur, Ferhan Ertürk, Yiğit Değer Bengi, Gündüz Öğüt, Orhan Duru, İzzet Yasar, Evren İmre, Levent Şenyürek, Çiler İlhan, Sadık Yemni, Levent Mete, Muammer Yüksel, İhsan Oktay Anar
Kapak Resmi: Kenan Yarar
Metis Yayınları
Ekim 2015 (2. basım)
236 sayfa

* Beni Kayıp Rıhtım'a transfer ettiler! Bu yazı da Rıhtım'da yazdığım ilk kitap tanıtımı oldu. Dolayısıyla: Bu yazı önce Kayıp Rıhtım'da yayımlandı.

Türk yazarlardan fantastik öykü seçkisi varmış, haberim yok. Üstelik ilk baskısı 2005 yılında yapılmış, neyse ki on yıl sonra bir baskı daha yapmışlar da haberdar olup okuyabildim. (İtiraf geliyor, hazır mıyız?) İdefix'in kitap fuarında, Metis'ten kitap alana ajanda hediyesi vardı. Ben de ajandaya 3-4 lira vereceğime kitap alayım daha iyi dedim, Metis'in bütün kitaplarına göz atarken bu kitabı gördüm. Adı güzel, kapak resmi fazlasıyla ilgi çekici. Açıklamasını da okuyunca hemen alışveriş listeme ekledim. İyi ki de öyle yapmışım, kitaba bayıldım!

Herhangi bir okurun, herhangi bir öykü derlemesindeki bütün eserleri çok sevmesi mümkün değil. (Diye düşünüyorum.) Ben de bu kitaptaki bütün öyküleri çok sevmedim, hatta hiç sevmediklerim de oldu. Öyküleri bir bir anlatmak yerine çok beğendiklerimi anlatacağım, bir de Bülent Somay'ın sunuşunu.

Hepsinden önce kitabın kapağından bahsetmek gerek. Kapaktaki ürkütücü güzellik Kenan Yarar'a ait. En güzel kısa fantastik çizgileri Psikoz Hikâyeleri adıyla yayımlanan, yıllarca karikatür dergisi almamın en büyük nedeni olan Yarar'ın bu çizimini de çok sevdim. Yiğit Değer Bengi de -önsözde- kapak için "adeta seçkinin yirminci öyküsü" diyor. Çok da doğru söylüyor. Uzuuun uzun bakılacak bir kapak resmi olmuş.

Bülent Somay'ın sunuşu, bu derlemenin Türkiye'de bir ilk olduğunu belirterek başlıyor. Başka dillerde de sık rastlanan bir şey değilmiş. Çünkü fantastik öykü yazmak kolay bir iş değil. Koskoca Orta Dünya'yı bir öyküde tanıtın, anlatın, içine bir de macera sıkıştırın bakalım oluyor mu? Yok, olmuyor değil mi? Hah işte, Bülent Somay da onu diyor:
"... çünkü fantazi (kapı komşusu bilimkurgudan farklı olarak), öyküden ziyade romana yatkındır; koca bir dünya kurmak için yere ve zamana ihtiyaç vardır ne de olsa."
Sonra o akıcı üslubuyla, fantazi edebiyati nedir, buna dahil olmayıp fantastik öğeler içeren eserler nelerdir gibi güzel şeyler anlatıyor. Bu derlemedeki öykülerin hepsinin fantazi edebiyatı kategorisine dahil olmadığını ama hepsinin çekirdeğinde fantastik bir nokta olduğunu söylüyor. Bülent Somay'ın yazdığı en minicik yazıyı bile okusam, öğrencisi olamadığım için çok üzülüyorum. Bak yine üzüldüm. Neyse.

Kitabı okurken, bitirdiğim her öyküden sonra defterime kısa notlar aldım, böylece bu yazıyı yazarken dönüp bakmak kolay olacaktı. Pek de umduğum gibi olmadı bu iş, çünkü notları o kadar kısaltmışım ki, ne demek istediğimi anlamıyorum. Bundan sonra, okuduğum şeyler için "meh, eh, lol, lololol, woohoo" gibi açıklamalar yazmasam iyi olacak sanırım.

Notlarımdan çıkarabildiğim kadarıyla, Barış Müstecaplıoğlu'nun öyküsünü -İksir Ustaları- beğenmişim ama kullandığı dilin "çeviri gibi" olduğunu düşünmüşüm. Epeyce uzun, detaylı ve gerçekten güzel bir öykü yazmış Müstecaplıoğlu. Neredeyse, bir roman dizisindeki karakterlerin geçmişini anlatan bölüm gibi. Bayıldım! Altay Öktem ne yazsa seviyorum, bu kitaptaki öyküsü Oyun'u da çok sevdim. Ferhan Ertürk'ün Helena'sı çok üzücü bir probleme değiniyor, yine de okurken sırıttığımı (gülümseme değil, hayır) inkâr edemem. Sadık Yemni imzalı Bekleme Odası harika bir öykü, defterime yazdığım notu aynen aktarıyorum: Mistik politik fantastik. Levent Mete'nin Sınırsız Düşünce Özgürlüğü adlı öyküsü ise bilim kurguya yaklaşıyor ve yine çok güzel.

Diğer öyküler içinde beğendiklerim, az beğendiklerim, sevmediklerim, hatta "aşırı ırkçı" diye yaftaladıklarım var. Eminim, bu kitabı okuduğunuzda benim sevdiğim bazı öyküleri hiç beğenmeyeceksiniz ve burada bahsetmediğim bazılarını çok seveceksiniz. Bu da öykü derlemelerinin güzelliği işte, herkes için bir şeyler var. Yeni nesil yazarlarımızdan fantastik eserler veren birçok isim var, ben sanırım hiçbirini okumadım. Bu kitap, Türk fantastiğini biraz tanımak için çok iyi bir başlangıç oldu. Fantastik edebiyat sevenlerin, bir de öykü sevenlerin keyifle okuyacaklarını düşünüyorum.

18 Ocak 2016

Uzayda Dehşet Tora (Baskan #1)


Uzayda Dehşet Tora - La Jungle d'Araman
Peter Randa
Çeviren: Atilla Tokatlı
Baskan Yayınları
Kurgu-Bilim Dizisi 1
1983
148 sayfa

Bu yıl eski bilim kurgu kitaplarını anlatma kararımı gerçekleştirmek üzere ilk adımı attım! Baskan Yayınları'nın ünlü Kurgu-Bilim Dizisi ile başlamaya karar verdim ve diziden çıkan ilk kitabı okudum. Sonra künye bilgilerine eklemek için eserin orijinal ismini aramaya başladım ve kendimi Fransızca sayfalarda buldum. Hayır, Fransızca bilmiyorum. Fransızca bilgim Notre Dame de Paris müzikalindeki şarkıların isimleri ile sınırlı. Yine de yazarın adına kitapta geçen özel isimleri ekleyip azimle aradım ve sanırım doğru sonuca ulaştım. Fransızca bilen birileri varsa, burada. Galiba bu site Fransa'nın bilim kurgu arşivi sitesi, keşke neler yazdığını da anlasam. Sayfanın alt kısmındaki, kitaptan alıntı olduğunu zannettiğim yerdeki özel isimler ve kitabın adındaki Araman, elimdeki çeviri ile uyumlu. Doğrudur diye umuyorum. Orijinal eser 256 sayfa iken, cep boy Tora'nın 148 sayfa olmasına ise kaşlarım çatılmıyor değil. Kitap epey küçük puntolarla dizilmiş ama yine de...

Baskan Kurgu-Bilim Dizisi toplam yirmi beş kitaptan oluşuyormuş. Yedi kitap eksiğim var. Kitaplığımda bulunanları şu gördüğünüz fotoğrafa arka plan yaptım, yavaş yavaş hepsini okuyup anlatacağım. Fotoğraf demişken, o kahve değirmeninin orada ne işi var diyebilirsiniz. Hem kitapları tutacak kadar sağlam, hem sevimli, hem de elimin erişebileceği mesafede o vardı. Alternatifleri parfüm şişesi, sprey vernik, kamera çantası gibi daha acayip şeylerdi, bence iyi seçtim yine. Hep kahve fincanı mı olsun kitap fotoğraflarında?

Kitabın yazarı Peter Randa, Wikipedia'daki biyografisini doğru anladıysam yaklaşık 300 roman yazmış. Hakkında Türkçe bilgi aramaktan vazgeçtim, İngilizce bir şeyler bile bulamıyorum; ülkesi dışında fazla tanınmayan bir yazarı nereden bulup da Türkçe'ye çevirmişler acaba? Çok acayip. 1911'de doğan ve 1979'da hayatını kaybeden Belçikalı yazarın gerçek ismi André Duquesne'miş ve bilim kurgu dışındaki alanlarda yazdığı, farklı takma isimlerle yayımladığı romanları da varmış.

Gelelim, Uzayda Dehşet Tora'ya. Öncelikle, kitabın başlığına inanmamanız gerektiğini söylemeliyim. Romanda dehşet yok, azıcık maceralı olaylar var. Kitap, insanların galaksi çapında bir imparatorluğa yayıldığını söylüyor. İnsanlar, insan olmayan ırklar, birbirine düşman federasyonlar var. Özellikle sınır gezegenleri, merkez yönetimle sürtüşme halinde. Durum böyleyken, yıllar önce Araman'a inen ve bir daha haber alınamayan bir gemiyi -bir savaş gemisi prototipi- aramak üzere iki ajan gönderiliyor. Guy Terrel ve yardımcısı Gelma, düşman Araman gezegeninde prototipi arayacaklar, bu sırada başkent Tora'daki yöneticilerin gözüne batmamaya ve ilkel kabileler tarafından öldürülmemeye çalışacaklar. Bütün olayların başlangıcı bu işte.

Guy Terrel büyük işler başarmış bir "galaktik ajan." Bu görev için yanına gönderdikleri Gelma ise henüz çok tecrübeli olmayan, güzel bir kadın. Fakat romanın hakkını vermek lazım, kitapta yer yer epey cinsiyetçi cümleler olsa da Gelma yalnızca çekici kadın kotasını doldurmak için orada değil, önemli görevler üstleniyor ve kendi fikirleri var. Kitaba Bechdel testi uygulasak geçer galiba. Ama bu iki galaktik ajanımızın şu hali bence hiçbir testi geçemez:
"Bel ve omuz kayışlarımızı kuşandık ikimiz de. Sağımızdaki kılıfın içinde bir paralizatör (vurduğu canlıyı hareketsiz kulan bir silah) solumuzdakinde de bir fülgüran (şimşek hızıyle atış yapan öldürücü ağır silah) asılı. Elimizdeyse, dumdum kurşunlu birer tüfek var."
Dumdum? Galaksiye yayılmış bir uygarlığın temsilcilerinin dom dom kurşunu ile gezmesi moralimi bozuyor arkadaşlar. Fülgüranın ne olduğunu bilmemek de moralimi bozuyor, ama daha az.

Kitap, aslında önemli konulara değinmiş. İlkel kabileler ve gezegen yönetimi arasındaki ilişki, azınlıklar, bağımsızlık mücadelesi, bürokrasi... Fakat "iyi bilim kurgu iyi edebiyattır" dedirten ustalar kadar başarılı değinememiş. İki ajanımız, kabilelerin arasına karıştıktan sonra devrimci tarafları uyanıyor fakat devrimci taraflarını uyandıran esas güdü kişisel kazanç umudu. Sonrası olaylar, çatışmalar, hileler...
"Bağımsızlığın sadece bir tek şeklini tatmak mümkün oluyor: Sizden daha güçlünün göz yumduğu veya zorla size uyguladığı şeklini. Ve insanlar, ister kabile olsun, ister halk; kendi kendilerini yönetmek istedikleri andan itibaren, sadece egoizmi besleyen ve dış görünüşten başka bir şeye saygı duymayan yasaların zulmüyle başbaşa kalıyorlar."
Peter Randa, çok iyi bir eser olmasa da, kitabına ilgi çekici şeyler eklemiş. Örneğin, imparatorluğun askerleri ve ajanları üzerinde uyguladığı "şartlandırma" mekanizması var. Bu yöntemle bilinçaltına yerleştirilen fikirler, gerektiği âna kadar fark edilmeden taşınabiliyor. Bir de doğru söyleten uyuşturucular var, veritaserum'un bilim kurgu versiyonu.

Kitapların elle dizildiği bir dönemde baskısı yapıldığı için, kitabın dizgisinden şikayet etmiyorum; hatta böyle eski kitaplardaki ufak tefek hatalar sevimli bile geliyor. Çeviri ise -muhtemelen dönem Türkçesinin terimleri karşılamakta yetersiz kalması nedeniyle- biraz sıkıntılı. Sonuç olarak, dizgi, çeviri, kitabın konusu, anlatımı... her şeyi bir arada değerlendirirsem, yalnızca Baskan dizisini toplayan ya da toplamak isteyen koleksiyonculara önerebileceğim bir kitap var elimde.

10 Ocak 2016

Antilop ve Flurya


Antilop ve Flurya - Oryx and Crake
Margaret Atwood
Çeviren: Dost Körpe
Oğlak Yayıncılık
2005 (1. basım)
396 sayfa

Sevgili Oğlak Yayınları, kitabın künyesine dizgide kullandığınız yazı tipini ve puntoyu ekleyecek kadar detaycı davranmışken neden acaba baskı tarihinde yalnızca yıl var? Kitabın künyesine bakarken bu sorunun cevabını gerçekten çok merak ettim. Daha önce hiçbir kitabın künyesinde yazı tipi bilgisine rastladığımı hatırlamıyorum -Tam Benim Tipim dışında- ve bu detaya bayıldım. Baskı tarihini de tam olarak bilmeyelim artık, takıntılı bir deli gibi adamlara mail atıp soracak değilim ya. (Aylar sonra dayanamayıp soracak...)

Kitabın çevirisini Dost Körpe yapmış ve çeviriye hiçbir eleştirim yok. Dost Körpe'nin bilim kurgu çevirilerini tereddütsüz okurum hep; bu kitapta da beklediğim kadar başarılı. Kitabın son okumasına/editörlüğüne de neredeyse hiç eleştirim yok, özellikle sonlarda biriken birkaç yazım hatasından başka sorun görmedim. Yalnız, sayfa 310'da "...ayak değirmenlerinde yapılan koşular..." diye bir şey var. Ayak değirmeni? Treadmill olsa gerek. Koşu bandı'nın nesi var? Kapak resmi Bosch'un The Garden of Earthly Delights'ından bir detay, cennet bahçelerinden bir su kenarı. Kitap için epey uygun.

Çeviriyi, kapağı, künyeyi eleştirdikten sonra romanın kendisine gelelim artık, değil mi? Margaret Atwood yine gerçekleşmesi çok mümkün gözüken bir distopya yazmış. Damızlık Kızın Öyküsü kadar korkutucu değil gerçi, bu romanda daha fazla bilim kurgu öğesi var ve yeterli yabancılaşmayı sağlıyor. Genetik mühendisliğinin çok ilerlediği bir gelecekte geçiyor roman. Esas karakterin geçmişini anlatan bölümlerde geçmiş zaman, geleceği (bugününü) anlatan bölümlerde ise şimdiki zaman kullanılmış. Bölümler iki ayrı zaman dilimi arasında sürekli gidip geldiği için, anlatımdaki bu hareketlilik çok hoşuma gitti.

Efendim, nedir Antilop, kimdir Flurya? Hepsini anlatacağım ama bu ikisini tanımadan önce, roman Kar Adamı ile başlıyor ve Kar Adamı'nın dünyası daha ilk sayfada beni ürkütüyor:
"Kar Adamı alışkanlıktan saatine bakıyor. Paslanmaz çelikten yapılma, parlak alüminyum kayışlı bir saat. Artık çalışmasa da hâlâ gıcır gıcır. Artık saatini yalnızca tılsım olarak kullanıyor, sahip olduğu tek tılsım. Saati ona boş bir yüz gösteriyor o kadar: Sıfır saati. Saati bilememek dehşete kapılmasına yol açıyor. Hiç kimse, hiçbir yerde saati bilmiyor."
Kar Adamı'nın nasıl bir ortamda yaşadığını yavaş yavaş öğreniyoruz. Kurtekler var, domuzonlar var, daha önemlisi Flurya'nın Çocukları var fakat bu çocuklar sıradan insanlardan farklı gibiler. Farklarını, roman ilerledikçe daha iyi anlıyoruz.

Geçmişe döndüğümüzde ise, Kar Adamı'nın çocukluğunu okuyoruz. Kar Adamı'nın ismi o zamanlar Jimmy'ymiş. Babasının prestijli işi sayesinde yüksek güvenlikli bir sitede yaşıyorlar, site içinde okula gidiyor, site içinde alışveriş yapıyor, siteden neredeyse hiç çıkmıyorlar. Jimmy'nin babası bir genetik mühendisi olabilir -kitapta böyle tanımlanıyor muydu hatırlamıyorum, ama bence adamın işinin adı bu.- Görüyoruz ki yaşadıkları dünyada genetik çalışmaları çok ilerlemiş. Oradan azıcık DNA alalım da buraya koyalım, dur şu protein dizilimini değiştirelim, bu hayvanın şurasından iki kanat daha çıkaralım diye eğleniyorlar. Adeta modern Doktor Moreau'lar toplanmış, borsaya açılmışlar. Çabucak büyüyen bol etli domuzlar (domuzonlar), ikiden fazla but üreten kafasız tavuklar; evcil hayvan niyetine, kokusuz, sakin rakunklar. Endüstriyel hayvancılıkla ilgili bütün eleştirilerin toplamından daha büyük bir şey. GDO tartışmalarının birkaç on yıl sonrası.
"Rakunkları, OrganLtd'nin biyoloji laboratuvarlarında çalışan bir dâhi, boş zamanlarında hobi olarak icat etmişti. O zamanlar yeni hayvanları yaratmayı hobi edinmiş bir sürü kişi vardı. Bunun çok zevkli olduğunu, insana kendini Tanrı gibi hissettirdiğini söylerlerdi. Deneylerden bazıları çok tehlikeli oldukları için yok edilirdi. Banyonuzda dişlerinizi fırçalarken pencereden girip sizi kör edebilecek, bukalemun kuyruklu bir kara kurbağasına kimin ihtiyacı vardı ki?"
Kitaptaki iki temel zaman çizgisi işte bunlar. Genetik laboratuvarlarının hemen yanında büyüyen Jimmy'nin çocukluğu ve Kar Adamı'nın saatsiz, tuhaf dünyası. Roman ilerledikçe bu iki zaman çizgisi birbirine yaklaşıyor, Jimmy'nin dünyasının nasıl değiştiğini görüyoruz. İşte bu sırada Flurya'yla, gerçek adı Glenn olan çocukla tanışıyoruz. Flurya, Jimmy'nin yaşadığı siteye taşınıyor ve iki çocuk birbirine hiç benzemese de çok iyi anlaşıyorlar. Flurya çok zeki, yetişkinler gibi davranıyor, net fikirleri var. Büyüyünce de en prestijli üniversitelerden birine gidip kariyer basamaklarını hızla tırmanıyor. (Cümle içinde "kariyer basamağı" dediğim için şu anda kendimle çok gurur duyuyorum. Aferin bana.)

Kitapta bol uyuşturucu, porno siteler, hatta çocuk pornosu da yer bulmuş kendine. Çok hazzetmediğim "yeraltı edebiyatı" dışında kalan herhangi bir anlatıda bu konuların eğreti durması çok kolayken, Atwood'un kurduğu dünyada hepsi yerini bulmuş, rahatsız etmiyor. Antilop da bu sitelerin birinde karşımıza çıkıyor. Ailesinden satın alınmış bir kız çocuğu, sokakta gül satıyor, sonra daha fena işlere yönlendiriliyor. Yıllar sonra Flurya kızı buluyor, dürüst bir çalışan olarak yanına alıyor. Evet, burada bir Yeşilçam filmi adayımız var. O kadar da olur artık.

Flurya, en prestijli üniversitelerden birine kabul ediliyor. Çok başarılı bir öğrencilik döneminden sonra iyi bir iş buluyor, genetik çalışmalarını çok ilerletiyor. Sorun da burada başlıyor zaten, Flurya genetik çalışmalarında daha önce kimsenin gitmediği kadar ileri gidiyor. Buraları fazla detaylandırmak istemiyorum, çok heyecanlı olaylar!

Genetik biliminin yemeklerimize karıştığı ve çokça tartışmalara neden olduğu günümüzde, mutlaka okunması gereken bir kitap yazmış Atwood. Gereksiz organlarından arındırılmış, sadece but ya da sadece ciğer üreten tavuklar var örneğin. Bu konuda derin tartışmalara girmek çok kolay ama bir sonuca varmak zor. Bir yanda hayvan hakları var, bir yanda beslenmesi çok zor olan bir nüfus fazlalığı. Özellikle bizimki gibi ülkelerde vejetaryen ya da vegan beslenmek (bu sırada sağlıklı ve dengeli gıda alabilmek) bence bir lüks, pahalı bir seçim. Böcekler var, bir yandan geleceğin protein kaynağı deniyor, bir yandan Snowpiercer'da kabul edilemez bir gıda olarak gösteriliyor. En azından Soylent Green değil! Ama böcek yeme fikrine alışmam da çok zor. E o zaman ben ne yapayım? Eskişehir'de bulabilirsem kendimi tofuya mı boğayım, serbest dolaşan tavuk nereden bulup alayım? Endüstriyel üretimi de kabullenemiyorum. Kafam çok karışık. Bu arada, Snowpiercer ne berbat filmdi. Aklıma gelmişken söylemeden geçemedim.

Konuyu nerelere dağıttım yine. Fakat kitaptaki konuları düşündükçe böyle genişliyor, dağılıyor aklıma gelenler, bu da Margaret Atwood'un başarısı. Kısaca, Antilop ve Flurya çok iyi kitap. Okuyunuz, okutunuz.