31 Aralık 2015

Bir yıl daha bitti, iyi mi?

http://anneemond.com/

Yeni yıl gecesi yazısını gelenekselleştiriyorum galiba. Bu sefer yazıyı önceden yazıp hazır bırakıyorum, çünkü o gece ne yapacağımdan emin değilim. Yanlışlıkla dışarı çıkarsam durumum yukarıda gördüğünüz gibi olacak. Çıkmazsam da oturur kitap okurum işte. Hatta galiba güzel bir şarap alıp şarap-kestane-kitap/film/dizi keyfi yapabilirim. Ay ne iyi olur. Fakat her durumda, 2015 biterken yine bir yıllık okuma raporu ve yeni bir yıllık plan yapma zamanı geldi.

Önce planla başlayalım. 2016'da kitap ALMAYACAĞIM! Yeter yahu! Kitaplığımdan sürekli kitap eksiltiyorum (evin başka başka yerlerine depoluyorum) yine de bitmiyor. Çünkü okumadığım kitaplar hızla çoğalıyorlar. Daha önce paylaştığım okunacaklar tepesini biliyorsunuz, fakat alıp okumadığım kitaplar o fotoğraftakilerle sınırlı değil. Hiç değil. Buradakiler sadece "artık ayıp oluyor, yakında okuyayım" diye ortalığa çıkardıklarım. Bir de kitaplığın raflarına dağılmış olanlar var. Çok var. Üstelik okumayı çok istediğim ama bir türlü sıra gelmeyen çok fazla kitap var. O yüzden bu yıl kitap almamaya karar verdim. Doğal olarak bu kararımın istisnaları olacak. Öncelikle, arayıp bulamadığım sahaf kitapları karşıma çıkarsa alırım. Bir de mesela İthaki'nin Doctor Who kitaplarını alırım, çünkü Savaş Doktoru kitabı gelecek, çok merakla bekliyorum. Yani, önceden bilip beklediğim/aradığım kitapları almadan duramam, bunu bir kabul edelim. Fakat böyle istisnalar dışında kitap almayacağım. (Fakat hediye kitaplar her zaman büyük bir mutlulukla kabul edilir.)

Kitaplığımda bekleyen kocaman bir Yerdeniz cildi, bir Yüzüklerin Efendisi cildi, üç cilt dolusu Poe öyküsü, İlyada ve Odysseia (hem de Azra Erhat çevirisi), okunmamış Metis dizisi bilim kurguları, okuduğum ama hiiiç hatırlamadığım eski basım İthaki bilim kurguları, Dune'un son iki kitabı, Isaac Asimovlar, Philip K. Dickler, Kurt Vonnegutlar, popüler bilim kitapları, sanat kuramı kitapları... Yani, hiç yeni kitap almasam bile bir yıl içinde bitiremeyeceğim kadar çok kitap var. Üstelik, İdefix'in sanal kitap fuarındaki aşırı güzel indirimlere dayanamayıp aldığım bir koli kitap daha var. Yani, önümüzdeki yıl kitap almaya kalkışırsam çok ayıp!


Bakın bunlar da İdefix'ten topluca aldığım kitaplar. Ve dergi. Peyniraltı Edebiyatı, Aralık 2015 sayısını Asimov'a ayırmış. Bunu bilip de almamam mümkün mü? Üstelik aşırı sevimli insan Deniz'in de bir yazısı var bu sayıda. İki adet kurgu dışı kitap, ikisi de bilim kurgu ile ilgili. Biri Baudou'nun minicik Bilim-Kurgu kitabı. Diğeri ise China Miéville ve Mark Bould'un yazdığı Kızıl Dünyalar. Ayrıca iki Miéville romanı, öncelikle Demir Konsey okunacak. Uzun zamandır aklımda olan fakat yeni alabildiğim Kıyamet Kitabı, yanında yine İthaki'den üç roman. Bir dedektiflik öyküleri kitabı, bir fantastik öykü seçkisi. Bir Orwell, bir Vonnegut, bir Hasan Ali Toptaş. Bir de Metis Ajanda. Kullanmayı hiçbir zaman beceremediğim ajandayı bu yıl daha çok kullanmak da hedeflerimden biri olsun.

Sonra... Başka ne hedefim var? Hah evet, blog yazmaya başlarken (ay resmen yıllar önce!) aklımda şöyle bir şey vardı: eski basım bilim kurgular hakkında yorum bulmak, künyeleri dışında bilgi edinmek çok zor, bari ben yazayım. Bunu unuttum ben çünkü durmaksızın yeni, güzel, merak ettiğim kitaplar çıkıyor. Geri dönüp eski kitaplar hakkında yazmaya üşeniyorum. Bu sene bunu da yapayım. Etti mi bana üç hedef? Yeter, çok bile.

Hay allah, neredeyse unutuyordum. Bir de, listemi taşımaya üşendiğim için bu devirde hâlâ Goodreads kullanmayıp Vikitap'la takip ediyordum kitaplarımı. Ama yeter, sitenin yavaşlığından, başıboşluğundan darlandım artık iyice. Eski kitapları aktarmaya üşenip yarım bıraksam bile, hiç olmazsa 2016'da okuduğum kitapları Goodreads'le takip edeceğim.

(Maddeler halinde sıralayayım ki, sonra lazım olduğunda dönüp dönüp bakayım.)
  • Bu yıl yeni kitap alınmayacak.
  • Ajanda ocak ayından sonra da kullanılacak.
  • Eski bilim kurgu kitapları hakkında daha çok yazı yazılacak.
  • Goodreads'e taşınılacak. (Takip etmek isteyen olursa buradayım)

Gelelim yıllık okuma raporuna. Bu yıl -yine- 42 kitap bitirmişim. Douglas Adams'ın bir bildiği varmış, bütün bunlar tesadüften ibaret olamaz! Çok güzel kitaplar okudum yine.

- MonoKL, Ölümsüz ve Kavgam'la kitaplığımdaki ve kalbimdeki (ehehe) yerini büyüttü. Yıl sonu gelirken Vardiya'yı da çıkarıp beni fazlasıyla mutlu etti.
- Dune serisine başladım ve Arrakis'i, Fremenleri çok fazla sevdim. Çok sevdiğim için bitirmeye kıyamadım, yavaş yavaş devam ediyorum.
- Dune demişken; İthaki, Dune ile başlayan bilim kurgu serisiyle bizi (ben ve bir kısım arkadaşlarım) çok sevindirdi. Ama en çok Doctor Who kitapları ve yeni Ray Bradbury kitaplarına sevindim bu yıl.
- Başka Dünyalar ve Tarihin Bilinçdışı, kurgu olmayan kitapların da ne kadar keyifli olabildiğini hatırlattı.
- Bir de Altay Öktem, O Adam Babamdı ile beni yine ağzım açık bıraktı.

Sonuç olarak şapkamı önüme koydum, bu yılın en sevdiğim kitabı hangisi oldu diye düşündüm. (Evet, şapkayı ben de pek anlamadım.) Başta her şey çok kolaydı, fakat bambaşka türlere ait olan iki kitap arasında o kadar kararsız kaldım ki, birinciliği ikiye böldüm. Bu yılın en sevdiğim kitapları Knausgaard'ın Kavgam'ı ve Öktem'in O Adam Babamdı'sı oldu.

Bu kadar. İyi yıllar!

28 Aralık 2015

Bonnie ve Clyde


Bonnie ve Clyde - Bonnie and Clyde
Burt Hirschfeld
Çeviren: Gönül Suveren
Altın Kitaplar Yayınevi
1968
231 sayfa

2015'in son kitap yorumunu (Yeni bir kitaba başladım ama bitirip yorum yetiştiremem, tembelim ben.) gerçekten kötü bir kitaba ayırdım. Çok meşhur suçlular, Barrow çetesinin elebaşısı (bu -sı ekinden hiç emin değilim, doğru mu yanlış mı acaba?) Clyde ve büyük aşkı Bonnie'yi anlatan bir film, bir dolu kitap varken, Altın Kitaplar en kötüsünü seçip çevirmiş olabilir. Ama çeviri ve kullanılan dil, tam da dönemin çok sevdiğim Türkçesi, harika.
(Ek: Bu arada bu kitap ve yukarıda link verdiğim film aynı senaryodan uyarlanmışlar. Sonradan fark ettim.)

Efendim, Bonnie ve Clyde Büyük Buhran döneminde ABD'nin güney bölgesinde gerçekleşen onlarca soygun ve birden fazla cinayetten sorumlu iki genç. Genç derken, neredeyse çocuk yahu! Tanıştıkları zaman biri 19 yaşında, diğeri 21. Zaten bundan dört sene sonra da öldürülüyorlar. O kadar ünlüler ki, FBI'ın ünlü davalar sayfasında da yerlerini almışlar. (Şu cümleyi okuyan biri zannedecek ki boş vakitlerimi FBI'ın sitesinde ünlü davaları okumakla geçiriyorum. Az önce Google'da buldum aslında ama çok ilginçmiş, yazımı yazıp bitirince kurcalamaya devam edeceğim.)

Kitap, Bonnie ve Clyde'ın tanışmalarını romantik ve erotik bir kurguya yerleştirerek başlıyor. Bonnie, annesinin arabasını çalmaya kalkışan yakışıklı genci durdurmak yerine onunla birlikte evi terk ediyor, eline ilk kez aldığı silahla yarım saat içinde harika bir nişancıya dönüşüyor, çalıntı arabalarıyla yollara düşüyorlar. Kitapta zaman kavramı yok, neyin ne zaman olduğunu, olayların arasında kaç gün/hafta/ay geçtiğini bilmek mümkün değil. Bölümler çat diye bitiyor, ne olduğunu anlamıyorsunuz. Birkaç kez kitapta geri dönüp arada eksik sayfa mı var acaba diye baktım, gerçekten. Clyde'ın erkek kardeşi ile buluşuyorlar, kardeşi Buck yanında eşiyle birlikte geliyor. Bir rahibin kızı olan kadıncağız önce "bu suçlularla daha fazla kalmayalım" derken, birkaç sayfa içinde "soygundan bana pay vermediler" diye kavga çıkarıyor. Böyle böyle şeyler işte.

Aslında olaylar heyecanlı, maceralı fakat yazarın kurgusu o kadar zayıf ki, olmamış hiç. Bonnie ve Clyde'ı anlatan Wikipedia sayfası bile daha okunası geldi bana. Kitabı salt okuma keyfi için öneremiyorum fakat suç yazını hakkında ya da karakterler hakkında merakınız varsa arşivlik alınabilir.

25 Aralık 2015

Adalet


Adalet - Ancillary Justice
Ann Leckie
Çeviren: Yaprak Onur
İthaki Yayınları
Ekim 2015 (1. basım)
399 sayfa

Adalet, kapağında sıralanan ödülleri ve yayınevinin yoğun tanıtımı sayesinde dikkatleri topladı, ben de elbette aldım, biraz rafta beklettim. Çünkü kitaplar da peynir gibi, bilemedin şarap gibi, mayalanabilen şeyler. Neden o kitapları yığıp kule yapıyoruz zannediyorsunuz, hep bundan. İşte, kitabı beklettim ki biraz mayalansın, tadı yerine gelsin. Sonra okumaya başladım, çünkü hem İhsan "önce bunu oku" dedi, hem de kitabın çevirmeni Yaprak Onur instagram'da "evet bunu oku" dedi. Yoğun ısrara dayanamadım! Ehem... Yine lafı dolandırıp kendi kendime eğlenmeye başladım. Ama aslında bir diyeceğim var: Önce lütfen Kayıp Rıhtım'a gidin, Hazal Çamur'un şahane incelemesini okuyun. (Dev hizmet! BURAYA tıklarsanız doğrudan incelemeye ulaşıyorsunuz.) Hazal incelemeye Jung'dan girmiş, kitabın editörü Alican -yorumunda- Freud'dan çıkmış. Yok böyle bir şey.

Hazal'ın detaylı yazısından sonra, kitapla ilgili ne ekleyebilirim onu bilemedim. Neyi sevdim, neyi sevmedim onlardan bahsedeyim. Öncelikle, Adalet de İthaki'nin aceleye gelen kitaplarından olmuş. Zaten İhsan "yazım hataları seni delirtecek" demişti, söylediği kadar varmış. Buradan sevgili editörümüz Alican'a sesleniyorum, ikinci baskı için son okumacı lazım mı? Fakat çeviriye diyecek laf yok, güzel sözcükler, güzel tercihler, akıcı anlatım. Bir tek, (Hazal gibi) kitabın adındaki ancillary'nin kaybolmasına üzüldüm, Bağıl Adalet çok tatlı olurmuş aslında.

Kitabın kahramanı bir gemi. Evet, bildiğiniz gemi, uzayda gezenlerden. Kocaman bir gemi ve binlerce bağıl parçası var. Bu, şu demek: geminin kolektif bilinci var! Gemi yapay zekasını paylaşan bağıl birimleri var ve bu birimler sayesinde şöyle şeyler okuyoruz:
"Kıdemsiz rahip, Teğmen Awn ile İlahi Kişilik arasına fincanları ve kâseleri koyarken ben girişte sessiz ve hareketsizce durdum.
Aynı zamanda, yaklaşık kırk metre ileride, tapınağın içinde bulunan 43,5 metre yüksekliğinde, 65,7 metre uzunluğunda ve 29,9 metre genişliğindeki biçimsiz alanda duruyordum.
(...)
Aynı zamanda tapınağın kapılarının dışında da durmuş yosun lekeleriyle dolu alandan gelip geçen insanları izliyordum."
Tabii aynı anda gezegen yörüngesindeki yerini de koruyor gemi. Aslında tek bir yapay zekaya bağlı, küçük, tek başına hareket eden birimlerden oluşan bir makine/robot/gemi fikri çok güzel ama kitapta yer alan bağılların üretimi hiç güzel değil. Bağıllar, bir zamanlar insan olan, Yine de fikir çok güzel. (İbretiâlem olsun diye burayı böyle bırakıyorum. Ne demeye çalıştığımı toparlayıp devam ediyorum.) Bağıllar bir zamanlar insan olan, iradeleri olan, aşık olabilen, belki bazıları kitap okumayı seven, şarkı söyleyen ama belki de bazıları lanet pis adamlar olan birimler. Nasıl olduğunu bilmediğimiz birtakım işlemlerle gemi bilincine bağlanıyorlar ve organik birer kabuk olarak, geminin bilincini, hafızasını paylaşıyorlar. İnsanlardan yapılmak yerine mekanik, elektronik, plastik falan bağıllar olsa aslında, çok güzel fikir.

Ne diyorduk? Hah, gemi, yani Toren'in Adaleti. Çoook uzun yıllardır yaşayan geminin hayatının birkaç evresini birden okuyoruz. Yirmi yıllık bir zaman diliminde bir ileri bir geri giderek süren anlatıda, geminin bin yıl önceki maceralarından bir kısmını da öğreniyoruz. En sevdiğim şey, kitapta koca bir milenyum var! Anlatıcımız olan Breq'le beraber geçmişi ve bugünü öğrenirken epey büyük bir evrenin içinde buluyoruz kendimizi. Yayılmacı politikası ile Radch ve çok tanrılı dinleri, sınıfların belirgin biçimde ayrıldığı bir toplumsal sistem (ve sınıf atlayanların bocalaması). Ah bir de, Radch'ın yayıldığı yerlere medeniyeti götürmesi. Ne kadar bildik, nasıl tanıdık.

Kitaptaki karakterler, elbette esas karakterimiz olan gemi de buna dahil, çok başarılı. Hiçbiri dümdüz değil, romanla birlikte değişiyorlar, derinlikleri var. Özellikle Seivarden'e dikkat! Birçok okur Teğmen Awn'u çok sevdiğini söylese de en çok Seivarden'i sevdim, kişi olarak değil ama yazarın sürekli geliştirdiği bir karakter olarak.

Aldığı ödüller bile Adalet'in büyük bir beklenti yaratmasına yetiyor. Beklentileri karşılayacak kadar iyi bir roman olmasına rağmen, kitaba ancak yarısından sonra ısınabildim. Niye böyle oldu bilmiyorum ama kitabın ilk 200 sayfası boyunca kitaptan sıkıldım, oturup uzun süre okuyamadım; kitabın yarısını geçtikten sonra ise bir şeyler oldu, meraklanmaya ve peş peşe onlarca sayfa okumaya başladım.

Bir de son olarak, kitabın kapağını hiç sevmediğimi söylemem lazım. İthaki'nin suçu yok, orijinal kapağı kullanmışlar. Orijinal kapağı kraterler, küçük gemiler (uçaklar?), antenler gibi şeylerle doldurana kızmak lazım. Sıradan bir macera romanı kapağı yaratmayı başarmış. Fakat gök mavisi iç kapağı ve bilim kurgu dizisinin roketi ile kitabın iç tasarımına yine bayıldım. Devam kitapları olan Ancillary Sword ve Ancillary Mercy'yi de merakla bekleyeceğim.

12 Aralık 2015

Üç Harfli Kelime: Aşk


Üç Harfli Kelime: Aşk - Four Letter Word
Kolektif
Hazırlayan: Joshua Knelman, Rosalind Porter
Çeviren: H. Sıla Okur
Siren Yayınları
Şubat 2008 (1. basım)
239 sayfa

Bir dakika. Ya bir durun, dinleyin. "Setenay, aşk falan hayırdır?" diye cıvıklık yapmaya gerek yok. Ben hepsini önceden yaptım. Kitabı satın aldıktan sonra eve getirip okumak için beklettiğim süre boyunca yaptım o cıvıklığı. Üstelik aylar önce okuduğum ve aşk öyküleri ile dolu olan kitap bana daha uzuuuun yıllar yeter diyordum. Sonra gittim bu kitabı aldım. Ama bakın, neden aldığımı anlatayım. Önce Sweet Leaf'in yorumunu okudum, sonra yazarların isimlerini. Neil Gaiman! Margaret Atwood! Ursula K. Le Guin! Leonard Cohen! Leonard Cohen mi? A aa, meğer adamın kitapları varmış! Alkışlarla kendisini sahneye çağırıyoruz!



İşte bu yazarlar nedeniyle kitabı okumam gerekiyordu. Bu arada, kitapta tam kırk bir yazarın öyküsü var, yazarlardan biri "İsimsiz." Diğerlerinin isimlerini ise yazının en sonunda tek tek sıralayacağım, çünkü kitaba ekleyebileceğim etiket sayısı sınırlı ve ben bütün yazarların adının burada bulunmasını istiyorum. Kitabın çevirisine bayıldım. Kitabın sonunda yazarların kısa biyografileri var ve çevirmenin ismini de eklemiş Siren Yayınları. Baktım ki, Sıla Okur Kierkegaard, Burgess, Saramago gibi yazarları da çevirmiş. Harika! Fakat başlığın çevirisini -ve kapağı- sevemedim. "Üç Harfli Kelime"nin sonuna aşk diye eklemeselerdi, kitaptan cin çıkacak zannedebilirdik değil mi? Kapağı da, özellikle kocaman kırmızı harflerle yazılmış AŞK sözcüğü yüzünden sevmedim. İngilizce baskının üç farklı kapağını buldum internette, hepsi daha zarif gözüktü bana.




Kitap, yazarların kurgusal aşk mektuplarından oluşuyor. Her yazarın farklı yaklaşımları var, hepsi birbirinden güzel ve kitabı okumak gerçekten çok keyifliydi. Tamam, mektupların hepsini çok severek okumadım, hatta bir tanesini neredeyse atlaya atlaya okudum ki bitsin de kurtulayım. Ama çoğu öykü/mektup çok güzeldi. Cevapsız kalan e-postalar, Felice Bauer'in Kafka'ya mektubu, bir anneye mektup, bir dağa hitaben yazılmış bir aşk mektubu, küçük bir çocuğun öğretmenine mektubu, bir maymunun primatolog bayana mektubu... Karşılıksız aşk, ihanet, poligami, hatta cinayet. Her şey var!

Benim en sevdiğim mektup Mandy Sayer'in mektubu oldu, öğretmene yazılmış olan. Küçük çocuğun felaket imlası yüzünden okumak zor olsa da, ba-yıl-dım. (Bakın o kadar çok sevmişim ki, vurgulamak için heceler halinde yazmaya başladım.) Neil Gaiman'ın mektubunu da çok sevdim. Le Guin ve Atwood'un mektupları ise kendilerinden bekleneceği üzere farklı, hatta fantastik!

Zaten mektupların her biri kısacık, detay vermek çok zor. O yüzden böyle kısacık anlatmış olayım bu sefer. Özetle, kitabın başlığına bakıp burun kıvırmayın, çok güzel kitap. Bir önceki yazıda anlattığım gerekçeler dolayısıyla biraz fazla uzun zamanda okuyabildim ve hemen arkasından (İhsan'ın önerisi ile) Adalet'e başladım. Bakalım onu ne zaman bitirebileceğim.

*
Yazarlar: Jonathan Lethem, Chimamanda Ngozi Adichie, Adam Thorpe, Lionel Shriver, David Bezmozgis, Chris Bachelder, A.L. Kennedy, Jeff Parker, Francine Prose, Graham Roumieu, Gautam Malkani, Miriam Toews, James Robertson, Etgar Keret, Mandy Sayer, Jeanette Winterson, Michel Faber, Hisham Matar, Geoff Dyer, Matthew Zapruder, Carl-Johan Vallgren, Joseph Boyden, Neil Gaiman, Valerie Martin, Peter Behrens, Ursula K. Le Guin, Nick Laird, Sam Lipsyte, Panos Karnezis, Jan Morris, Hari Kunzru, Margaret Atwood, Damon Galgut, Audrey Niffenegger, Juli Zeh, Leonard Cohen, Phil LaMarche, M.G. Vassanji, Tessa Brown, Douglas Coupland.

1 Aralık 2015

13 14 anahtarını uzatsana

Aralık ayına girmişiz, hiç söylemiyorsunuz. Blogu epeyce ihmal ettim diye bir baktım ki, kasım boyunca iki tanecik yazı yazabilmişim. Hiç olmazsa bir güncelleme yapayım dedim çünkü şu an elimde yorumlayabileceğim kitap yok. Neden yok, onu anlatayım biraz.

Çünkü bir aydır evde tadilat var. Abartmıyorum, net bir aydır ev alt üst olmuş durumda. Zeminin yarısı kocaman plastik çarşaflarla kaplı, sürekli kuruması beklenen bir alçı/derz/sıva/silikon bölgesi var ve evin "dayanıklı" tüketim ürünleri de manzaradan etkileniyor olacaklar ki, "Ahah ay tadilata mı giriştiniz. Sen bekle, bir de ben bozulayım da gör gününü!" diyerek greve gidiyorlar. Yani evde kitap okumak gerçekten zor bu aralar ama en azından sıva nasıl yapılır, fayans dizerken nelere dikkat etmek gerekir, su tesisatının bağlantı elemanlarının ölçüsü ne olmalıdır, kör tapa bir nedir gibi bilgiler edindim ve mahallenin nalburları ile samimiyetim arttı. "Pardon, üç çeyreklik dirsek alabilir miyim?" sorusunu ilk kez seslendirmem gerektiğinde yadırgadım ama sonra alıştım. Bu ortamı bırakıp da ben nasıl "Yazar, sözcükleri hayata bakışını yansıtan bir ayna olarak kullanmış," benzeri cümleler kurayım şimdi?

Diğer yandan, geçtiğimiz ay boyunca bloga yazmadığım iki kitap daha (bakış açısına bağlı olarak dört kitap da diyebiliriz) okudum, her biri epey hacimli kitaplardı. Bir tanesi daha önce üç cilt halinde basılmış, şimdi tek cilt baskısı yapılacak olan bir fantastik roman. Diğeri, yine fantastik bir serinin ikinci kitabının Türkçe çevirisi, ilk kez yayımlanacak. İkisi de bu aralar matbaaya gidecekler sanırım. Çok sevdiğim (bazen de Marslı'nın ilk baskısında olduğu gibi yazım hatalarına çok kızdığım) İthaki için son okuma yapmaya başlamış oldum böylece. Çok sevgili editör Alican Saygı Ortanca'yı fazlaca sıkboğaz etmiş olabilirim fakat benim için lobi yapan İhsan ve Ozancan'a da teşekkür etmem gerekiyor. (Evet onları da sıkboğaz ettim. Ne pis bir insanmışım ben.)

Ehm... Ne diyorduk? Hah, evet. Bloga yazabilecek kitabım yok. Ama okunacaklar tepesi yükselmeye devam ediyor. Sonra yanlara doğru genişliyor. Geçen yılın sonunda çekilen fotoğrafla karşılaştırıyorum (Burada) ve çoook uzun zamandır orada bekleyen kitapları görünce kendime birazcık kızıyorum. Üstelik o zaman on dokuz kitaptan ibaret olan tepenin nüfusu -şimdi saydım- otuz ikiye yükselmiş. Bunlar yetmediği için, toptan alırım diye sanal alışveriş sepetimde biriken kitaplar var. Yakında onlar da eklenir buraya.

Durum böyle işte. Fotoğrafta gözüken yığında "Önce mutlaka bunu oku" dediğiniz kitap varsa önerileri alabilirim, evdeki şantiye ortadan kalkar kalkmaz okuma hızımı toparlayıp blogla daha fazla ilgilenmeye başlayacağım.