30 Temmuz 2015

Doctor Who: Trenzalore Öyküleri


Trenzalore Öyküleri - Tales of Trenzalore
Justin Richards, George Mann, Paul Finch, Mark Morris
Çeviren: Ekin Odabaş
İthaki Yayınları
Temmuz 2015 (1. basım)
216 sayfa

Vakit temmuzun ortası, hava o kadar sıcak ki hiçbir sosyal aktiviteye enerjim yok, oturup kitap okuyorum, dizi izliyorum, kitaplarla ilgili bir şeyler karalıyorum. Üç kitabı hızla peş peşe bitirince diyorum ki, "Ben bu yazıları blogda birer gün arayla yayımlamayayım, 6-7 gün arayla çıksınlar." Bakın ne kadar mantıklı ve ileriye yönelik bir yayın planı. Kitaplar biter bitmez yazıları yazıyorum, taslak olarak bırakıyorum; okuduğum sırayla yayınlanacakları için rahatım, mesela yazıda diyorum ki "Bir Dune serisi, bir seri dışı kitap." Çünkü gayet kararlıyım. Sonra hooop, İthaki yeni bir Doctor Who kitabı yayımlıyor! Kitabın piyasaya çıktığı gün koşa koşa kitapçıya gidiyorum, hem daha önce sipariş verip almayı unuttuğum bir kitabı, hem de Trenzalore Öyküleri'ni alıyorum. Hatta normal koşullarda bütün raflara bir göz atmam gerekirken, kitapçıda çalışan arkadaşa yalvaran gözlerle bakıp "Trenzalore Öyküleri geldi mi???" diye soruyorum ki zaman kaybetmeyeyim. Doğal olarak, o sırada okumakta olduğum kitabı bir kenara bırakıp (çok da tatlı kitap aslında) kendimi Trenzalore'a attım. Sonra da hemencecik bu yazıyı paylaşmak istedim. Yani, kısaca demek istiyorum ki, bundan sonraki birkaç yazıda bazı zaman hataları olabilir, üstüme gelmeyin. Çok üşeniyorum hepsini değiştirmeye.

* Kitapla ilgili bir şeyler yazarken, Doctor Who yedinci sezon finali ve 2013 Noel özel bölümü ile ilgili şeyler söyleyebilirim. İzlemediyseniz ve izlemeyi planlıyorsanız pek okumayın bence. Kitabı da okumayın zaten, alıp kitaplığınızda bekletin. Sonra okursunuz.

The Time of The Doctor'da (yani 2013 Noel bölümü) Doktor ve Clara Trenzalore gezegenindeki Christmas isimli kasabaya gidiyorlar; Doktor, TARDIS'i Clara'yı Dünya'ya bırakıp geri dönmesi için ayarlıyor ama burada açıklamayı beceremeyeceğim nedenlerle TARDIS doğru zamanda dönmeyi başaramıyor. Doktor, TARDIS'in yokluğunda, yüzyıllarca Christmas'ta yaşıyor ve bölümde, Doktor'un yaşlanmış halini görüyoruz. Ancak, TARDIS'in geri gelmediği yüzyıllar boyunca Doktor'un bu minik, tuhaf kasabada neler yaptığını bilmiyoruz. İşte bu kitap, o zamanlara ait dört öyküyü içeriyor.


Öyküler boyunca Doktor git gide yaşlanıyor; yıllarca yoldaşı olan Handles yine yanında ve neyse ki Clara çooook uzaklarda. (Clara go home!) Gezegenin etrafında bir güvenlik çemberi var, buna rağmen Doktor'un bazı inatçı düşmanları dikkat çekmeden iniş yapmayı başarıyorlar ve Christmas sakinleri, Doktor sayesinde güvenliğe kavuşuyor. Fakat, sürekli karlar altındaki bu sevimli kasabanın böyle tehlikelerle karşılaşmasının nedeni de Doktor. Gittiği her yere yıkım ve ölüm götürdüğünü söyleyenler, Doktor'a "The Oncoming Storm" diyenler haklı. Kasabanın güvenliğini tehlikeye atan her düşmanın esas hedefi Doktor olduğundan, çok sevdiği bu insanları korumak için her şeyi yapıyor Doktor. Mars'tan gelen Buz Savaşçılarıyla, bir Krynoid'le, yeni serinin ilk bölümünde tanıştığımız Autonlarla karşı karşıya geliyor.

Öyküleri okurken Matt Smith'in sesi, tavırları canlandı zihnimde. Kitabın çevirisi çok iyi olsa da, ben kafamın içinde tekrar İngilizce'ye çevirip Doktor'un aksanıyla canlandırdım cümleleri. Diziyi izlemeyen okurların bu kitaptan ne kadar keyif alabileceklerini bilmiyorum ama Doctor Who seyircileri mutlaka çok sevecektir. Aldığım bir duyuma göre, sırada iki Doctor Who kitabı daha varmış. Özellikle birini büyük bir hevesle bekliyor olacağım. Teşekkürler İthaki!

24 Temmuz 2015

Dune Mesihi (#2)


Dune Mesihi - Dune Messiah
Frank Herbert
Çeviren: Dost Körpe
Kabalcı Yayınevi
Haziran 2008 (1. basım)
278 sayfa

Bu seriyi okumayı yıllarca ertelediğim için kendime epey kızmaya başladım. Daha erken başlasaydım, klasik seriyi çoktan bitirip oğul Herbert'ın yazdıklarına geçerdim. Hiç okumamaktan iyidir yine de. Mutlu mesut okuyorum, her yere yanımda taşıyorum ki ufacık bir boşluk bulabilirsem çıkarıp okumaya devam edeyim.

Kitabı her yere taşımak demişken, birkaç gün önce bu konuda kendimizi sorguladık. Yeğenim Selin ve ben, kitap okuyacak hiç fırsatımız olmayacağını bilsek bile o sırada okuduğumuz kitabı yanımıza almadan hiçbir yere gidemiyoruz. İkimizin de sürekli çektiğimiz boyun ağrılarının bir nedeni de bu galiba. Çünkü -örneğin- semt pazarına gidip bir dolu sebze meyvenin arasında kitap okuyacak değiliz ama o kitap o çantaya illa ki girecek. Bazen okuduğum kitabı evde unutup çıkıyorum, anahtarımı-telefonumu unutmuş gibi huzursuz oluyorum saatlerce. Selin'e "beni bırak, kendini kurtar" demem gerekirdi ama çok geç kalmışım; okuduğu kitabı almadan yanıma gelince, aynı kitabın bendeki kopyasını alıp bütün gün çantasında taşıdı, "okuyamadım ama olsun" diye geri verdi akşam. Yazık, küçükken benim yanımda çok vakit geçirdi, ondan böyle oldu sanırım. "Yeter, kitaptan bahset biraz da!" diyen olmayınca kaptırıp gidiyorum yahu. Oysa ne kadar da güzel bir kitap var elimde, neler neler anlatacağım. Ya da spoiler vermekten kaçınmak için neler neler anlatamayacağım. Uyarı: Bu kitabı anlatırken serinin ilk kitabı olan Dune'a dair spoiler vermek zorunda kalacağım muhtemelen, sonra söylemedi demeyin.

Dune Mesihi, Dune'un başlangıcından 15 yıl sonrasına atlıyor. İmparatorluk takvimine göre yıl 10.206. Paul Müeddib, kehanetlerinde gördüğü kaderini gerçekleştirip Tanrı-İmparator olmuş; Müeddib'in efsanesi büyüdükçe ise düşmanları da artmış. Fremen eşi Chani, kardeşi Alia, sadık dostu Stilgar her zaman yanında. Bene Gesseritler ve Lonca ise, planlarını bozduğu için Müeddib'in düşmanları olmuşlar. İmparator olmak için evlendiği karısı Prenses İrulan da bir Bene Gesserit ve kocasının tahttan indirilmesi için yapılan bazı planlara dahil olmuş.

Paul, geleceğinin bir kısmını görüyor ama gördüklerini değiştirecek güce sahip değil. Elindeki gücün getirdiği tehlikelerin farkında, her şeyi bırakıp kaçmak istiyor ama bunun bile durumu düzeltmeyeceğinin farkında.
"En güçlülerin bile uygulayabileceği kuvvetin bir sınırı vardır ve bu sınırı aştıklarında kendilerini yok ederler. Devlet yönetiminin asıl sanatı, bu sınırı saptayabilmektir. Gücün yanlış kullanımı ölümcül bir günahtır. Kanunlar intikam aracı ya da kendi yarattığı şehitlere karşı bir savunma aracı olarak kullanılamaz. Bir bireyi tehdit ederseniz, bunun sonuçlarına katlanırsınız."
Dune'daki karakterler ve grupların yanında, yenileri ile de tanışıyoruz bu kitapta. Ölüleri birer gulâma çeviren Tleilaxular, dış görünüşlerini tamamen değiştirebilen yüz dansçıları, tuhaf bir cüce... Yüz dansçılarını pek sevdim, shape-shifter karakterler her zaman ilginçtir zaten. Gulâmlar ise çekici olduğu kadar korkunç bir fikir; Hayvan Mezarlığı'nın bilim kurgu ile buluşması resmen!

Hükmü altındaki insanların sayısını bile bilmeyen, sahip olduğu gücün aynı zamanda bir lanet olduğunu düşünen Paul Müeddib'in hikayesini çok severek okudum ben. Üçüncü kitap olan Dune Çocukları'nın ne anlatacağı hakkında bir tahminim var, ama ona geçmeden önce yine çok alakasız bir kitap okuyacağım. Dune serisinin keyfini olabildiğince uzatmaya çalışıyorum.

18 Temmuz 2015

O Adam Babamdı


O Adam Babamdı
Altay Öktem
Kapak resmi: Bahadır Baruter
Esen Kitap
Şubat 2015 (1. basım)
196 sayfa

Dexter Morgan'ı, Hannibal Lecter'ı bir kenara bırakın. Haydar Bey, inanılmaz nezaketinin ardındaki sosyopatlığı ile çok ilginç ve çok bizden bir karakter.

Haydar Bey'in öldüğünü haber veren bir önsözle başlıyor roman. Birinci bölüm ise "Bikinimi çekmeceden çıkarıp çantama koydum." cümlesiyle başlıyor. Anlatıcımız, akşam eve gidip Sacide'ye dert yanacağını anlatırken, 'nasıl Sacide, o zaman kimin bikinisi?' diye dönüp tekrar okudum ben. Sonra anladım, Sacide bir kedi; temizlik düşkünü, programlı, dokuz parmak daktilo bilen, titiz ve nazik Haydar Bey'in azıcık huysuz kedisi. Bikini mi? O da Haydar Bey'in.

Haydar Bey, çocukken babasının kasap dükkanında yaşanan bir kaza sonucu sağ elinin işaret parmağını kaybetmiş. Kazaya sebep olan babası, oğluyla ilgilenmek yerine esnaf ayaklanmasına katılmak üzere fırlamış gitmiş. Haydar Bey yaşam hikayesini, akıl hastanesinde onu ziyarete giden oğluna anlatıyor; konuştuğu adamın aslında kim olduğunu bilmeden. Zaman zaman oğlunun eklediği yorumlarla birlikte, Haydar Bey'in anlatımından okuyoruz yaşadıklarını. Biraz çocukluğuna, yıllarca kaldığı ıslahevine dönüyor; biraz yetişkin hayatından bahsediyor. Islahevindeki Sıhhiyeci Şahap, çok iyi adam dediği, düşman ilan edilen eski müdüründen bahsediyor:
"Amma müşkül sualler soruyorsun be çocuk! Nereden bileyim ben. Bolşeviklik tehlikeli bir şey demek ki. Bir şahıs Bolşevik'se, vatanı müdafaa etmeye kalksa dahi vatan haini olarak kabul ediliyor; eğer Bolşevik değilse, vatanı satsa da vatanperver oluyor. Çok karışık bir mevzu bu. Benim aklım ermez."
Nazik, sessiz görüntüsünün ardında bambaşka bir adam Haydar Bey, üzerinde nasıl duracağını merak ettiği için eflatun bir bikini satın alıyor; Türk sanat müziğini çok seviyor, günün her saatine uygun bir makam olduğunu düşünüyor; önemli günlere ait Saatli Maarif Takvimi yapraklarını büyük bir titizlikle dosyalıyor. Gerçekleştirmek zorunda kaldığı eylemler için özür dilerken, durumu tüm kibarlığıyla açıklıyor:
"Kusura bakmayın lakin benim vazifeme talip olduğunuz anda, kendi kaderinizi de inşa etmiş bulundunuz kâtibe hanım. Benim bu hususta hiç kabahatim yok. Zerre kadar inisiyatifim yok. Sadece, husule gelecek kimi hadiselere vasıta oluyorum. Burada bulunmasaydınız, bana kapıyı açmasaydınız keşke. Sizinle alıp veremediğim bir şey yok. Mahmut Bey'le de yoktu esasında. Senelerce gül gibi geçinip gitmiştik. Ben ister miydim hadiselerin bu minvalde neticelenmesini."

Söz konusu Haydar Bey iken, Dönülmez Akşamın Ufkundayız'ı dinlememek olmaz. Altay Öktem, yine çok vurucu bir roman yazmış. Çok sakin, her gün karşılaştığımız onlarca insandan birini alıp bir seri katile dönüştürmüş. Çocukluk travmaları, bikinisi, gözlerine bakınca tutulup kaldığı Müberra, kopuk parmağın psikolojik sembolizmi... Kitabı okurken, bazı cümlelerden sonra ağzım açıldı, kendi kendime "NEEE?" diye bağırdım. Ama içimden, sessizce. Gecenin bir yarısı bütün apartmanı uyandırmamak lazım. Baktım ki, kitap biterken ben de bitmişim. Tüylerim ürpermiş, kıpırdamak mümkün olmadığından her yerim tutulmuş, hava aydınlanmaya başlamış ve uykusuzluktan bayılmak üzereyim. Böyle bir roman yazmış işte Öktem. Çağdaş Türk edebiyatında nadiren karşılaştığım (sanki her günüm çağdaş yazarlarımızı okuyarak geçiyormuş gibi...) bir derinliği, anlatımı, güzelliği var kitabın. Daha önce okuduğum tüm Altay Öktem romanları için dediğim gibi, kesinlikle kaçırılmaması gereken bir kitap O Adam Babamdı.

12 Temmuz 2015

Dune (#1)


Dune
Frank Herbert
Çeviren: Dost Körpe
Kabalcı Yayınevi
Şubat 2008 (1. basım)
638 sayfa

Dune serisini 3-4 yıl kadar önce aldım, kitaplığıma dizdim; kocaman bir diziye başlamak gözümü korkuttuğu için okumayı sürekli erteledim. Sonuç: Yıl oldu 2015, ben daha yeni başlıyorum. Seriyi peş peşe okumak yerine aralarda bilim kurgu olmayan kitaplar okumaya karar verdim. Üstelik bitmeyen seri yapmışlar! Bende yalnızca ilk beş kitap var, en azından Rahibeler Meclisi'ni bir an önce almam lazım; devam serilerini ilerleyen yıllarda okusam da olur sanırım. Star Wars ve Vakıf'ta olduğu gibi yapım/yazım sırasıyla okumak istiyorum kitapları; öylesi daha keyifli. Bakalım kaç yılda bitireceğim...

Kitabın çevirisi, bilim kurgu çevirilerini çok beğendiğim Dost Körpe'ye ait ve yine beğendim. Son okuma ve editörlük için ise aynı şeyi söyleyemiyorum çünkü Kabalcı'nın bir kitabında 'yalnızca' yerine YANLIZCA yazılması hoş değil. Yok artık.

Frank Herbert, kocaman bir evren yaratmış bu romanında. Galaksiyi yöneten merkezî imparatorluk, gezegen valileri, dükler, lordlar, baronlar, paralı askerler ve fakir halk. Avrupa'nın asalet sistemini gezegenlerarası sisteme dağıtmış. Caladan adlı gezegende başlayan roman, bu gezegenin yöneticisi Dük Leto'nun çöl gezegeni Arrakis'e yönetici olması ile başlıyor. Dük Leto Atreides'in oğlu Paul, Paul'un annesi Jessica (bir Bene Gesserit rahibesi), eğitmenleri, eski Arrakis yöneticisi Baron Harkonnen, korkutucu bakışları ile bir Rahibe Ana, insan bilgisayar denen mentatlar, çöl halkı Fremenler... Entrikalarla dolu politik ve ekonomik çekişmelerin arasında, veliaht Paul Atreides'in büyümesini izliyoruz.
"Din ile siyaset aynı arabada gittiğinde, sürücüler karşılarında hiçbir şeyin duramayacağını sanır. Dümdüz gider, giderek hızlanırlar. Engelleri tamamen göz ardı ederler ve körlemesine giden uçurumları çok geç fark edeceğini de unuturlar."
Dük Leto, Arrakis'e giderken kendisi için hazırlanan bir tuzağın içine doğru ilerlediğini bilse de, bu gezegeni odalığı Leydi Jessica'ya ve oğulları Paul'a sevecekleri bir yuva haline getirme hayaliyle gidiyor. Arrakis, Melanj denen kıymetli baharatın bulunduğu tek gezegen ve baharatı kontrol edenler tüm imparatorluğu da kontrol edebilecek konuma geliyor. Gezegenin yerel halkı Fremenler hakkında okurken "Çeçenler bunlar ya!" dedim kendi kendime; inanç sistemleri, gerilla yöntemleri ile Çeçen olduklarına epeyce ikna oldum ben. Ama sonra Dune'daki alegoriler ile ilgili bir şeyler okudum, meğer Orta Doğu halklarını temsil ediyorlarmış. Yeterince yaklaşmışım yine de... Fremenler, bir Bene Gesserit'ten doğan bir erkek çocuğunun dünyalarına geleceğine ve kurtarıcı peygamberleri olacağına inanıyorlar. Annesinden aldığı Bene Gesserit eğitimi, babası ve adamlarından öğrendiği dövüş teknikleri, keskin zekası ile Paul, beklenen Mehdî olabilir mi?

Kitap hakkında yazılması gereken çok fazla şey var. Bene Gesseritler kimdir, dertleri nedir? Kumsolucanı denen devasa yaratıklar ne menem şeylerdir? Fremenler çölün derinliklerinde ne karıştırıyorlar? Fakat bütün bunları anlatmak için sayfalarca yazmam gerekir, üstelik o sayfaları açıklamak için de kitabın sonundaki sözlükten birkaç maddeyi buraya aktarmam gerekir. Evet, kitabın sonunda, yazarın neden bahsettiğini daha iyi anlamamızı sağlayan bir mini sözlük var. Çünkü Frank Herbert yalnızca bir gezegenler sistemi değil, yeni bir terminoloji de yaratmış.

Dune serisi, ilk kitabıyla Vakıf'ı anımsattı bana. Yazarın muazzam detaylarla donattığı gelecek, sembolizm dolu tasvirler, hile içinde hile içinde hile... Dune'a başlamak için benim gibi yıllarca beklediyseniz eğer, yapmayın. Hemen okuyun.