19 Mart 2015

Yaban Diyarlardaki Yabancı


Yaban Diyarlardaki Yabancı - Stranger in a Strange Land
Robert A. Heinlein
Çeviren: Kağan Çam
Artemis Yayınları
Aralık 2003 (1. basım)
752 sayfa

Yaban Diyarlardaki Yabancı'yı bitireli bir hafta oldu, hatta üzerine başka bir romana da başladım ama ancak bugün zaman bulup yazabiliyorum. Çünkü (bu bahaneyi kullanmaktan sıkıldım ama bir kez daha) yüksek lisans... "Akademik" olmak için debelenen, derdini düzgün anlatacağına kıvrım kıvrım kıvrılan cümlelerle dolu birkaç makale okuyup hayattan soğudum yine. Bir de yapılacak ödevler olunca, blogla ilgilenemedim. Okunması ve çevirilmesi gereken bir makale daha masanın kenarından bana bakıyor, ara sıra "öhhö öhhö" gibi sesler çıkarıp dikkatimi çekmeye çalışıyor ama inatla görmezden geliyorum. Bugün bir süre "nasıl yetişecek bu" diye mızıklanırım, akşama doğru homurdanarak okumaya başlarım, sonra da bir şekilde yetişir. Roman okumadaki hızımı ve kararlılığımı akademik okumalara uygulamadığım için çok üzülüyorum. Bazen.

Ne diyorduk? Heh... Yaban Diyarlardaki Yabancı. Maledisant'ın önerisini dinleyip Başka Dünyalar'dan sonra hemen bu kitaba başladım. (Sevgili Maledisant, blogger profilin kapalı gözüküyor, oralardaysan ses ver.) :) Tuğla ebadında, 752 sayfalık bir kütle olduğu için, insanların tuhaf bakışlarıyla da karşılaştım ara sıra. Heinlein'ın bu devasa romanı, ilk yayımlandığında (1961) editör sansürüne uğramış ve kısaltılmış bir versiyonu ile çıkmış okurun karşısına. İlk baskı ile sansürsüz versiyon arasında yaklaşık altmış bin kelimelik bir fark varmış. Yazarın ölümünün ardından kitabın orijinal kopyasını edinen eşi Virginia Heinlein, tam metin olarak yayımlanmasının daha iyi olacağına karar vermiş ve böylece yazarın kaleminden çıkan ilk halini okuyabiliyoruz. Ya da en azından, piyasada baskısı olsaydı hepimiz okuyabilirdik, neyse ki sahaflar var. Bir de, kitabın fotoğrafındaki bulanık renge bakmayın, kapağın çok tatlı bir mor-siyah arka planı var ama uyduruk ışığım ve selofan kaplama birleşince ancak bu kadar oldu.

Yaban Diyarlardaki Yabancı da, daha birkaç hafta önce okuduğum Marslı gibi, bu gezegene yapılan insanlı uçuşla başlıyor. Ay'daki ilk insan kolonisi sekiz yıl önce kurulmuş, insanlar diğer gezegenlere göz dikmişler ve Mars'a gidecek ilk ekip, dört evli çiftten oluşuyor. Mars etrafında yörüngeye giren Envoy adlı gemiden alınan son mesaj şöyle:
"Yarın, GSZ ile saat 12.00'de Lacus Soli'nin hemen güneyine iniş girişiminde bulunacağız."
Bu başarısız girişimden 25 yıl sonra yeni, daha kalabalık bir ekip kuruluyor ve Champion adı verilen gemi ile Mars'a yollanıyorlar. İlk gemi ile aynı alana iniş yapan gemiden art arda üç rapor geliyor:
"Roket Gemisi Envoy bulundu. Kurtulan yok."
"Mars'ta hayat var."
"23-105 Mesajına düzeltme. Envoy'dan kurtulan bir kişi bulundu."
Kolonicileri Mars'ta bırakan gemi ekibi, gezegende buldukları kazazedeyi de alıp Dünya'ya dönüyor ve sonra neler neler! Envoy ekibindeki kadınlardan biri hamile kalmış ve Mars'ta doğan çocuk (Valentine Michael Smith) Marslıların içinde büyümüş. Dünya kültürüne tamamen yabancı, etrafında olan biteni anlamakta zorlanan fakat bu arada ebeveynlerinin yatırımı sayesinde büyük bir servetin sahibi olan Smith, gezegenlerin kolonileştirilmesi ile ilgili Larkin Kararları dolayısıyla Mars'ın da sahibi sayılıyor. Haberciler, film yapımcıları, dolandırıcılar... Smith'ten fayda sağlayabileceğini düşünen herkes etrafında dolanıyor, hükümet ise Smith'i gözlerden uzak tutmak için elinden geleni yapıyor.

İlk üç bölüm boyunca kitabı çok sevdim. Dünya'yı, alışkanlıklarımızı, parayı bir yabancının gözünden görmenin güzelliğinin yanında, Heinlein'ın yarattığı karakterlere de bayıldım. Zengin, yaşlı ve çok huysuz bir yazar olan Jubal Harshaw, en çok sevdiğim karakter oldu. Harshaw, daima kendi bildiğini okuyacak kadar inatçı olsa da her konuda açık görüşlü, özellikle etik konusunda yeni fikirleri anlayan (ve okura anlatan) rolüyle Heinlein'ın özgürlükçü bakışını ortaya koyuyor. Fakat bir yandan yenilikçi fikirler ve ahlak tartışmaları sunan Heinlein, okurken kaşlarımı kaldırmama sebep olan bir homofobi ve cinsiyetçilik de sıkıştırıyor kitaba. Önce, Jill'e (güzel, zeki bir hemşire) eşcinsellerin "arada kalmış" ve "yanlış" olduğunu söyletiyor; hemen ardından da şunları:
"Ama sen daha Mars'tayken ben kurtlarla uğraşıyordum. On seferden dokuzunda bir kadının tecavüze uğraması, kısmen de olsa kendi suçudur. Onuncuda... şey, tamam."
Ülke gündemimizde rutin olan  taciz, tecavüz, şiddet haberleri her zamanki gibi devam ederken; bir de üzerine toplumsal cinsiyet dersi alıp bu konuda bolca kafa yormaya başlamışken Heinlein'ın yazdığı bu cümleleri görmek hiç hoş olmadı. Wikipedia sayfasında da bunun üzerine bir bölüm buldum. Neyse, dediğim gibi, Yaban Diyarlardaki Yabancı'yı gezegenimizi ve insanları bambaşka bir bakış açısıyla incelediği için çok sevdim. Yeni tanıştığı her kavramı "groklamaya" çalışan Smith'le birlikte ben de bol bol düşündüm. Gülmeyi, kahkaha atmayı bilmeyen Smith; insanların canları çok yandığında güldüklerine karar veriyor:
"Öyleyse neden ölümle ilgili bu kadar çok fıkra var? Jill, bizim için -biz insanlar için- ölüm öylesine üzücüdür ki ona gülmek zorundayız. Tüm bu dinler, hepsi bir sürü noktada çelişiyor ve çatışıyorlar ama hepsi de insanlara ölme zamanı geldiğinde gülebilecek cesareti vermenin yollarıyla dolu."
Dördüncü ve beşinci bölümlerde ise romanı git gide daha az sevmeye başladım. Bolca sosyal analiz içeren bilim kurgu romanı, teolojik ve neredeyse fantastik bir denemeye dönüştü; bu bölümlerden çok fazla bahsedip konunun ilerleyişini açıklamak istemiyorum, sürprizi kaçmasın. Büyük bir kısmını çok sevdiğim (bir kısmını ise hiç sevmediğim) kitap akıcı kurgusu, zengin karakter çeşitliliği ve anlatımıyla  Hugo Ödülünü hakkıyla almış ve bilim kurgu okurlarının atlamaması gereken bir klasik.

7 Mart 2015

Başka Dünyalar


Başka Dünyalar, Bilimkurgu ve Hayal Gücü - In Other Worlds: SF and the Human Imagination
Margaret Atwood
Çeviren: Selin Siral
Kolektif Kitap
Haziran 2014 (1. basım)
263 sayfa

"Bilim kurgu" mu yoksa "bilimkurgu" mu doğru, emin değilim. TDK sözlüğünde ayrı yazımı var; bileşik yazımı için ise 1974 tarihli bir girdi eklemişler. Nişanyan Sözlük'te her iki hali ile de geçiyor. Ben ayrı yazmayı tercih ediyorum, hatta aslında eskide kalan kurgu-bilim deyişi de pek güzeldi. Neyse; bence bilim kurgu, kitabın editörüne göre ise bilimkurgu hakkındaki bu kitap Margaret Atwood'un "bir edebi tür veya türler ya da alt türlerle hem okur hem de yazar olarak hayatı boyunca sürdürdüğü ilişkiyi keşfe çıktığı bir yolculuk" ve ben çok büyük keyifle okudum.

Çocukken okuduğu kitaplardan ve "bilim kurgu" teriminden bahsederek başlıyor yazar; kendi kitaplarını bilim kurgu edebiyatına dahil etmeme nedenini açıklıyor. Atwood'un bilim kurgu tanımı ile bizimki tam olarak birbirini tutmuyormuş meğer. Edebiyatın bulanık sınırlı janrları arasında,  gerçeklikten uzak eserlere bilim kurgu; Jules Verne gibi öngörülü yazarların eserlerine ise varsayımsal kurgu demeyi tercih ediyormuş.
"Fakat Ursula Le Guin'le 2010 yılının sonbaharında gerçekleştirdiğimiz bir açık oturumda onun "bilimkurgu" dediği şeyin, gerçekten olabilecek şeylerin söz konusu olduğu varsayımsal kurgu olduğunu ve gerçekleşmesi mümkün olmayan şeylerin yer aldığı eserleri de "fantastik edebiyat" olarak sınıflandırdığını anladım."
Çocukluğu, üniversite hayatı ve tecrübelerini edebiyatla, özellikle de bilim kurgu ile birleştirip çok güzel şeyler anlatıyor Atwood. Mitlerin, Olimpos Dağının tepesinden uzak galaksilere nasıl taşındığını, kriyojeni ile ilgili olası senaryoları ve daha pek çok bilim kurgu konusu ile ilgili görüşlerini anlattığı bölümden sonra, çeşitli kitaplar ve yazarlarla ilgili yazıları geliyor. Bu bölümü okurken sık sık durup "Bu kitabın Türkçesi var mı acaba?" diye internette bakındım, alınacaklar listeme eklemeler yaptım. Le Guin, Lewis, Orwell, Huxley, Swift, Shelley, Bradbury gibi yazarların kitaplarını anlatıyor, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ü defalarca okuduğunu söylüyor. Distopyaların çoğunun erkekler tarafından ve erkek bakışıyla yazıldığını ve kadın bakış açısından bir distopya olarak Damızlık Kızın Öyküsü'nü yazdığını söylüyor. Ben de; bu kadın saatlerce anlatsa, karşısına oturup dinlesem istiyorum.

Kitabın üçüncü ve son bölümünün adı Beş Hediye. Atwood'un kaleminden çıkan beş öykü var burada, hepsini ayrı ayrı çok sevdim, bitmesinler istedim. En sonda ise ekler var ve buradaki ilk metin olan "Özel Judson Okulları İdaresine Açık Mektup"un ilk iki cümlesine epeyce güldüm:
"Öncelikle, Damızlık Kızın Öyküsü kitabımın yasaklanması için emek sarf eden herkese teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Yazılı eserlerin halen ciddiye alındığını görmek insanı cesaretlendiriyor."
Başka Dünyalar'ı okurken gerçekten çok keyif aldım, bilim kurgunun kökleri hakkında bilgilendim, düşündüm, meraklandım, öğrendim. Bilim kurgu edebiyatı ve distopyalarla ilgilenen birçok kişinin de aynı keyfi alacağını tahmin ediyorum.