30 Eylül 2014

Hacıyatmaz


Hacıyatmaz - Slapstick or Lonesome No More
Kurt Vonnegut
Çeviren: Ekin Uşşaklı
April Yayıncılık
Ağustos 2012 (1. basım)
232 sayfa

Kurt Vonnegut, Hacıyatmaz'ı Laurel ve Hardy'ye ithaf etmiş. Kitabın orijinal ismi olan Slapstick, hem basit bir ritm aleti, hem de Laurel ile Hardy'nin de dahil olduğu, fiziksel mizaha dayalı bir tarzmış. Acaba hacıyatmazın İngilizcesi slapstick mi diye düşündüm, baktım değilmiş. Bir de tersten gideyim dedim, slapstick türü mizaha Türkçede hacıyatmaz deniyor olabilir mi diye araştırdım, öyle bir şey de bulamadım. Sinemacı arkadaşlara bir sormak lazım. Kitabın Türkçe başlığını anlamlandıramadım, öyle boş boş baktım. Fakat, başlık bir yana, çeviri çok başarılı. Hem tüm cümleler hatasız, hem de Vonnegut'un tarzına yakışan bir üslup roman boyunca korunmuş. Bir ya da iki tane ufak dizgi hatasından başka hiçbir eksik/yanlış göremedim. Ekin Uşşaklı'nın eline sağlık.

"Bir otobiyografi yazmaya en fazla yaklaştığım durum budur." cümlesiyle başlıyor Hacıyatmaz. Kitabı Laurel ile Hardy'nin eski filmlerine benzeten Vonnegut, kendi hayatında da -bu filmlerde olduğu gibi- aşk ve sevginin yer kaplamadığını söylüyor. Yaklaşık 15 sayfalık giriş bölümünde, Indianapolis'te yaşayan kalabalık ailesini, bilim adamı olan ağabeyini, alkolik Alex amcasını, ardında dört çocuk bırakarak ölen ablasını anlatıyor kısaca. Amcasının ölüm haberini Manhattan'ın 'Kaplumbağa Koyu' olarak bilinen bölgesinde aldığını söylüyor. Bu kitaptaki hikayeyi, amcasının cenazesine giderken hayal ettiğini söyleyip "kitabın böyle olması gayet doğal" diyor.

Merhum Alex Amca, dine kuşkuyla yaklaşanların akşam dualarında prelüt niyetine kullanmaları gereken bir söz söylermiş. Roman da o sözle başlıyor: "İlgili Makama:"

Ölüm Adası'nda, ağaçların arasındaki bir açıklıkta oturan iki metre boyunda ve yüz yaşında bir adamın kaleminden okuyoruz romanı. ABD'nin son Başkanı olan bu adamın adı Dr. Wilbur Nergis-11 Swain. Medeniyet çökmüş, Birleşik Devletler fiilen dağılmış ve Dr. Swain, torunu ve torununun sevgilisi ile birlikte Empire State Binasında yaşıyor. Ah evet, Ölüm Adası, Manhattan'ın yeni lakabı çünkü Yeşil Ölüm adlı, adaya özgü bir veba türü gelişmiş ve adada yaşayan çok az insan kalmış. Swain bir yandan gündelik hayatını, bir yandan da geçmişe dönüp çocukluğunu ve anılarını anlatıyor.

New York'ta doğan kahramanımızın adı o zamanlar Wilbur Rockefeller Swain imiş ve bir de ikiz kız kardeşi (Eliza Mellon Swain) varmış. Fakat bu iki kardeş o kadar çirkinmiş ki, ebeveynleri çocuklarından utanıyormuş. Normal bir zekaya sahip olmadıkları ve 14 yaşlarına gelmeden ölecekleri düşünülen ikizlerin, çok zengin olan aileleri eski bir malikaneyi kapalı bir cennete dönüştürmüşler ve çocukları buraya getirip düzenli testler yapan bir doktor ile hizmetkarların bakımına bırakmışlar. Evin çalışanları, doktor ve ebeveynleri Wilbur ve Eliza'nın zekadan tamamen yoksun olduklarına inanırken, ikizler dört yaşına geldiklerinde gizlice okuma yazma öğrenmişler; yedi yaşında ise İngilizcenin yanında Almanca, İtalyanca ve eski Yunanca okuyup yazabiliyorlarmış.Yine de, etraflarında yetişkinler varken tamamen anlamsız davranışlar sergilemeye devam etmişler. Herkesten gizledikleri zekaları, iki kardeş yan yana olduklarında -özellikle fiziksel temas varsa- neredeyse deha seviyesinde ortaya çıkıyor ama aralarındaki mesafe arttıkça bu kolektif zeka zayıflamaya başlıyormuş.

On beşinci doğum günlerine kadar oyunu sürdüren ikizler sırlarını açığa çıkarıp aslında çok zeki olduklarını, normal insanlar gibi konuşabildiklerini, malikane kütüphanesindeki eski kitapları gizli gizli okuduklarını itiraf edince özel cennetleri alt üst oluyor elbette. Pediyatri uzmanlarının, psikiyatristlerin onlarca ziyaretinden sonra, Wilbur'un ortalama bir zekaya sahip olduğuna ve temel eğitim aldıktan sonra basit bir işte çalışarak mutlu olabileceğine ama Eliza'nın eğitilmeye uygun olmadığına karar veriliyor ve kardeşler ayrılıyor. Sonra da Vonnegut'un ustalığı ile, birbirinden tuhaf olaylar birbirini takip ediyor. Ortalama zekalı Wilbur önce tıp doktoru oluyor, ardından ABD Başkanı. Bu sırada Dünya'da büyük değişiklikler oluyor. Gezegenin yerçekimi zaman zaman değişiyor; çekim gücü arttığında insanlar yürümekte bile zorlanırken, azaldığında hem tüy gibi hafifliyorlar, hem de bütün erkekler erekte oluyorlar. Çinliler teknoloji alanında çok ilerlemişler ama sırlarını kimseyle paylaşmıyorlar; üstelik bir de, daha az tüketerek yaşayabilmek için kendilerini küçültmeye başlamışlar ve yıllar boyunca tekniklerini geliştirerek karınca kadar kalmışlar.

Daha önce söylediğim bir şeyi aynen tekrar ediyorum: Okuduğum hiçbir Vonnegut romanı, diğerlerine benzemiyor. Bu kitap da tamamen kendine özgü ve tuhaf. Ama güzel bir şekilde tuhaf. Ortak zekaya sahip ikizler, gizemli bir hastalık, minik Çinliler, neredeyse post-apokaliptik bir gezegen, hatta ensest var kitabın içinde. Vonnegut'un karanlık mizah anlayışı kitabın her satırına sinmiş. Modern hayatla gelen yalnızlaşma, büyük ailelerin dağılması ve insanın köklerinden uzaklaşması gibi kaygılarını bu romana sığdırmış yazar. Romanın konusunu toparlayıp bir sonuca bağlayamadığım için anlatmayı orta yerde bıraktım fakat Hacıyatmaz, kaçırılmaması gereken bir Vonnegut romanı.
"Belki bazı insanlar gerçekten doğuştan mutsuzdur. Kalpten umarım ki değillerdir.
Kız kardeşim ve bana gelecek olursak: Biz her zaman son derece mutlu olma kapasitesi ve kararlılığıyla doğmuştuk.
Belki de bu konuda bile birer ucubeydik.
Bak hele."
Son olarak, kitabı Google'da ararken karşıma çıkan bir kaydı paylaşayım, sonra gideyim. Hacıyatmaz'ın ilk kez yayımlandığı 1976 yılında, WNYC radyosunda gerçekleştirilen Kurt Vonnegut söyleşisi:

25 Eylül 2014

Korkunç Kale


Korkunç Kale (Kozmik Üçleme 3) - That Hideous Strength
C.S. Lewis
Çeviren: Fethi Aytuna
Kabalcı Yayınevi
Ocak 2007 (1. basım)
420 sayfa

* Okuma şenliği için bir üçleme. (3/3)

Ay, bu seriyi bitirmek için ne uğraştım, ne azmettim! Fakat iyi ki bitirmişim. Serinin ilk kitabı fena değildi, ikinci kitabı bence çok sıkıcıydı fakat Korkunç Kale kesinlikle üçlemenin en iyi kitabı, Lewis'in aslında iyi bir yazar olduğunu hatırlattı. -Ama çevirisi ve dizgisi en kötü olan da bu kitap. Bol yazım hatasının yanında tuhaf çeviri hataları da içeriyor.-

Korkunç Kale de, ilk iki kitap gibi Güneş Sisteminin bir gezegeninde geçecek, bitmek bilmeyen gezintiler ve sohbetlerle dolu olacak diye düşündüğümden kitabı okumak bile istemedim. Ama seriyi yarım bırakırsam gece arkamdan kovayabilirdi, ağlayabilirdi; o yüzden okumaya başladım ve baktım ki, yeni evli bir genç kadın kendi kendine mırıldanıp evini temizliyor. Başka bir gezegen yok, İngiltere'nin küçük bir şehri var, bir üniversite var.

Romanın ilk sayfasında tanıştığımız Jane, akademisyen Mark Studdock'la evli. Evini toplayıp temizlemeyi bitiriyor, gazetedeki bir fotoğraf gözüne iliştiğinde, o gece gördüğü korkutucu rüyayı hatırlıyor: İdam edilen bir adam, adamın başını alıp götüren bir ziyaretçi, mezarından kaldırılan bir druid... (Druid sözcüğünü okudukça "These aren't the droids you're looking for" diye mırıldanıyorum. Sonra kendime geliyorum.)


Bu sırada Mark Studdock, Bracton Kolejine doğru yürüyor ve öğretim üyeleri arasındaki ilerici topluluğun lideri olan Curry ile sohbet ediyor. Kitabın ilk sayfaları çok sade bir biçimde, bu yeni evli çiftin günlük hayatını anlatıyor. Jane evde oturup hayatını ve evliliğini sorgularken, Mark üniversitede daha iyi bir konuma gelmesini sağlayacak adamların peşinde dolanıyor. Akademi üyelerinin toplantısında, UEDE (Ulusal Eşgüdümlü Deneyler Enstitüsü) adlı bir kurumun, Kolej'e ait bir araziyi satın almak istediği açıklanıyor. Bunu takip eden süreçte, kendilerine İlerici Unsur diyen grup ile tutucu üyeler arasında büyük bir tartışma yaşanıyor. İlerici Unsur'u destekleyen ve üniversiteyi perde ardından yöneten Lord Feverstone, Mark'ı karşısına alıp alttan alta övgüler sıraladıktan sonra bir iş teklifi yapıyor. Sosyoloji üzerine çalışan Mark'ın UEDE'ye katılmasını isterken, UEDE'nin geleceğe yönelik planlarının bir kısmını da anlatıyor:
"Önce oldukça basit ve anlaşılır şeyler - uyumsuzların kısırlaştırılması, geri kalmış ırkların tasfiyesi (hiçbir gereksiz yük istemeyiz), seçici üreme. Sonra doğum öncesi eğitim de dahil olmak üzere gerçek eğitim. (...) Ama sonunda biyokimyasal düzenlemeleri ve beynin doğrudan yönetilmesini sağlayacağız..."
Feverstone'un Hitlervari üstün ırk yaratma planları Mark'ı tereddüte düşürse de, çok prestijli olacağını umduğu yeni görevini reddetmek istemiyor ve Feverstone'la birlikte, UEDE'nin Belbury'deki merkezine doğru yola çıkıyor. Jane, devam eden kötü rüyalarını aklından uzaklaştırmak için alışveriş yaparken yine bir akademisyen olan Dr. Dimble ve eşi Bayan Dimble ile karşılaşıp onlara rüyasını anlatıyor. Bu olayların ardından roman iki ayrı konuya bölünerek ilerliyor; Jane, fazlasıyla gerçekçi ve korkutucu rüyaları devam ederken bir yandan da kocası için endişeleniyor, Mark ise UEDE'de neler olduğunu anlamaya ve aynı zamanda olaylara hakimmiş gibi davranıp görüntüyü kurtarmaya çalışıyor. Roman dönüşümlü olarak ilerlerken genç çiftimizin (ara sıra birbirleri ile kesişen) maceralarını okuyoruz.

UEDE, toplumun ilerlemesi ile ilgili radikal fikirleri olan ve (son zamanlarda sıkça duyduğumuz tabirle) toplum mühendisliği yapan bir kurum. Suçla mücadele konusunda yeni teknikler üretiyorlar, yeni bir polis örgütütü kurmaya çalışıyorlar ve gazetelerde yayımlattıkları makaleler aracılığıyla halkın görüşünü yönlendiriyorlar.
"Seni aptal, asıl kandırılabilen eğitimli okuyucudur. Bizim bütün sıkıntımız diğerleriyle. Ne zaman gazetelere inanan bir işçi gördün? Her şeyin bir propaganda olduğunu baştan kabul eder ve baş makaleleri okumadan geçer. O gazetesini futbol sonuçlarını öğrenmek ve camdan düşen küçük kızlarla, Mayfair apartmanlarında bulunan cesetlerden bahseden kısa paragrafları okumak için alır. Bizim sorunumuz onunladır. Onu yeniden koşullandırmamız gerekir. Ama eğitimli kamuoyunu, haftalık entelektüel dergileri okuyan insanları yeniden koşullandırmaya gerek yoktur. Onlar zaten hazırdır. Her şeye inanırlar."
UEDE'nin yöneticilerini tanıyıp, gizli kapaklı yaptıkları görüşmelere ve deneylere tanık oldukça, serinin ilk iki kitabında büyük yer tutan Weston'ın da eskiden bu kurumda görev yaptığını ve dolayısıyla yöneticilerin Güneş Sistemi'ndeki diğer akıllı canlılardan ve Eldila'dan haberdar olduğunu öğreniyoruz. Dünya'nın kötü niyetli Eldil'i ile iletişim kurmuşlar ve onun kendilerine sunduğu üst-insan olma hedefine doğru ilerliyorlar. İmtiyazlı insanlar arasına girmek için çabalayan, hoşlanmadığı olayları bilincinin arka köşelerine iteleyen Mark, tam olarak neyle karşı karşıya olduğunu anlamıyor ama kişiliği roman boyunca gelişiyor ve kendini sorgulamaya başlıyor. Mark'ın UEDE'de gördüğü tuhaflıklara hiç ses çıkarmamasını iki cümle ile çok güzel anlatıyor Lewis:
"Eğer gaddarca davranacaksa bu, onun itibarını önemsemeyen kendinden üstün kişilere karşı değil, kendisine itibar gösteren altındaki kişilere ve yabancılara karşı olmalıydı. İçinde yaltaklanmayı çok seven bir yan vardı."
Jane ise devam eden rüyaları nedeniyle, Dr. Dimble'ın tanıdığı birisi ile görüşmek üzere yakınlardaki bir kasabaya gidiyor. Buradaki büyük malikanede tuhaf bir kadın olan Bayan Ironwood'la tanışıyor. Jane'e, rüyalarında gördüğü olayların gerçek olduğunu söyleyen Bayan Ironwood, bu rüyaların çok önemli olduğunu ve gelecekte daha kötü olayları görebileceğini düşünüyor. Bir süre sonra Jane, Başkan diye hitap ettikleri bir adamla daha tanışıyor; Başkan, UEDE'nin içyüzünü anlatıp Jane'den yardım istiyor ve artık kendi evinde güvende olmayacağı için malikaneye taşınmasını öneriyor.

Böylece Mark, Dünya'nın kötü Eldil'i ve UEDE'nin yanında iken, eşi Jane UEDE'ye karşı mücadele etmeye hazırlanan küçük gruba katılıyor. Başkan, elbette iki kitap boyunca gezegenlerde dolanan ve UEDE'nin ne yapmaya hazırlandığını çok iyi bilen Ransom'ın ta kendisi. Perelandra'dan döndükten sonra hiç yaşlanmamış, Eldila ile irtibatını koparmamış ve Dünya'nın kendi bildiği haliyle kalması için çabalıyor. Kitap, iyilerle kötülerin savaşını temel alırken, çok hoşuma gitmeyen bir şekilde kötücül bir abartıyla nitelenen teknolojik/bilimsel ilerlemeye karşı çıkıyormuş gibi gözüküyor ve yine üstün varlıkların gücünü -yer yer Hristiyan mitolojisinden beslenerek- kullanıyor. Ama hiç olmazsa, ilk iki kitabın aksine, Korkunç Kale'de epeyce heyecanlı ve sürükleyici bölümler var.

Kozmik Üçleme'yi iyi bir seri olarak önerebileceğimden emin değilim. Kimin kim olduğunu, dertlerinin ne olduğunu öğrenmek için serinin ilk kitabını okuduktan sonra direkt Korkunç Kale'ye geçmek daha az sıkıcı bir tercih olabilir belki. Tabii, seriyi okumadan önce biri bana bu öneriyi yapsaydı ("Serinin ortasını okuma Setenay, gerek yok.") ve ben de aynen öyle yapsaydım, okumadığım ikinci kitap nedeniyle yüzüm gözüm kaşınırdı, uykularım kaçardı, Perelandra'yı takıntı haline getirip eninde sonunda okurdum. Bu benim tuhaflığım da olabilir tabii.

23 Eylül 2014

Yaz Okuma Şenliği Raporu

Bu aralar blogu çok ihmal ettim, farkındayım. Çok yoğun işlerim olduğundan, sürekli koşturduğumdan, önemli işlerle uğraştığımdan değil; sadece bu ay okuyamadım. Kozmik Üçleme'yi zar zor bitirip Okuma Şenliği'nin son gününe yetiştirdim, ama yazısını yetiştiremedim. Onu da bu akşam ya da yarın hallederim artık. Fakat pek okumadığım ve bloga hiçbir şey yazmadığım günler boyunca tamamen boş durmuş sayılmam. Pek sevgili Mit dedi ki: "Kayıp Rıhtım için Doctor Who'nun yeni sezonuyla ilgili bir şeyler yazmak ister misin?" İstemez miyim! "Ay yazıyorum ama du' bakalım neye benzeyecek? Of olmadı bu galiba. Yahu ben dizi sektöründen ne anlarım ki bu işe kalkıştım?" diye kendimi azarlaya azarlaya yazıyı yazdım, teslim ettim. Severek okuduğum siteye iki satır katkım oldu diye de çok sevindim. Böyleyken böyle işte... Gelelim Şenlik'teki içler acısı performansıma:

3 ay boyunca, toplam 2677 sayfa tutan 11 kitap okuyabildim. Ekstra puanlı kategorilerden yalnızca birini (3 kitaplık seri) tamamladım. Böylece 151 puanla bitirdim şenliği. Okuduğum kitaplar:

Adında bir sayı geçen kitap: İki Beyinli Adam - Michael Crichton (237 sayfa) 10 puan
Çevirmenlik de yapan bir yazarın kitabı: Filler Çapraz Gider - Altay Öktem (125 sayfa) 10 puan
Sahaftan alınmış kitap: Son Nesil - Arthur C. Clarke (248 sayfa) 10 puan
Masal kitabı: Charlie'nin Çikolata Fabrikası - Roald Dahl (205 sayfa) 10 puan
Biyografi: Pazarola Hasan Bey - Yavuz Selim Karakışla (80 sayfa) 10 puan
Yabancı dilde bir kitap: Azazel - Isaac Asimov (221 sayfa) 10 puan
Üç kitaplık seri: Kozmik Üçleme - C.S. Lewis (923 sayfa) 45 puan
Goodreads listesinden bir kitap: Kutsal Dedektiflik Bürosu - Douglas N. Adams (279 sayfa) 10 puan
Daha önce okumadığım yabancı kadın yazar: Elif - G. Willow Wilson (359 sayfa) 10 puan

Durum hiç iyi değil, görüldüğü üzere. Üstelik bu çok kategorili şenliği iki ayda tamamlayanlar varmış! Kendilerini içtenlikle tebrik ediyorum! =)

Çalışkan organizatörümüz Güz Şenliği kategorilerini de açıkladı bugün. Bu seferlik ben katılmıyorum. Birkaç ay boyunca yeni kitap almayı bırakıp evde biriken kitap yığınımı eritmeye çalışacağım. Hatta bloga başlamadan önce okuduğum bilim kurgu kitaplarını da hızlıca tekrar okuyup buraya yazmak istiyorum ama, bakalım yapabilecek miyim. Üstelik bir de tekrar öğrenci oldum, derslerim ne kadar zamanımı alacak bilmiyorum ama nedense epey yoğun olacakmış gibi geliyor. Ben şimdi susayım o zaman.

4 Eylül 2014

Perelandra Venüs'e Yolculuk

Perelandra Venüs'e Yolculuk (Kozmik Üçleme 2) - Perelandra
C.S. Lewis
Çeviren: Fethi Aytuna
Kabalcı Yayınevi
Ocak 2006 (1. basım)
278 sayfa

* Okuma şenliği için bir üçleme. (2/3)

Serinin ilk kitabı olan Sessiz Gezegenin Dışında'yı biraz sıkıcı bulmuştum, meğer her şey yeni başlıyormuş. Perelandra'yı bitirebilmek için kendimi epey zorladım, son 10-15 sayfayı neredeyse on günde okuyabildim. Kitabın sonlarına geldiğimde o kadar usandım ki, ancak birkaç satır okuyup "öff yeter" diye kitabı bir kenara bırakıyordum. Ama azimliyim, üçüncü kitabı da okuyup bitireceğim.

Lewis, kitaba birkaç satırlık bir önsöz yazmış ve "Bu kitaptaki karakterlerin tümü tamamen hayal ürünüdür ve hiçbiri alegorik değildir." demiş. Hı-hım, tabii... Hayal ürünü karakterler olduklarına eminim ama alegori konusunda yazarın ironi yaptığını düşünmemek için hiçbir nedenim yok. Öte yandan, kitabı hazırlarken Kabalcı çalışanları da çok sıkılmış olacaklar ki, arka kapakta Ransom yerine "akademisyen Dr. Watson"dan bahsetmişler. Belki de arka kapak yazısını yazarken Sherlock izliyorlardı.

Bu sefer olaylar, Ransom'ın evine doğru yola koyulan anlatıcıyla (Ransom'ın ilk seyahatini de bize aktaran kişi, yazarımız Lewis'in ta kendisi) başlıyor. Ransom'ın gönderdiği bir telgraf üzerine onu görmeye giden yazar, Worchester tren istasyonu ile Ransom'ın evi arasındaki birkaç kilometrelik yolda yürürken aklından çeşit çeşit düşünceler geçiyor: Mars'taki yaratıklar, arkadaşının Mars'tan döndükten sonra ne kadar değiştiği, bu seyahatle ilgili duyduğu kaygılar... Böylece giderek artan bir huzursuzluğun ve korkunun içinde buluyor kendini. Geri dönme yönündeki güdülerini dizginleyip Ransom'ın evine ulaşıyor ve kapıda, ev sahibinin dışarıda olduğunu, yemek için beklemesi gerekmediğini söyleyen bir not buluyor.  Eve giren yazar buz gibi ve çok büyük bir kutu ile, bir de Mars'tan gelen bir eldil ile karşılaşıyor. Ransom eve gelip misafiriyle buluştuğunda kendisinin Perelandra'ya (bizim deyişimizle Venüs'e) gönderileceğini, bu seyahate hazırlanmak ve geri döndüğünde karşılanmak üzere yazarın yardımına ihtiyacı olduğunu anlatıyor. Venüs'ü birtakım şeytanî güçlerden korumak üzere, eldilin temsilcisi olarak gönderileceğini de anlatıyor elbette.

Daha önce bahsi geçen kutunun içine yerleşen Ransom, eldilin üstün güçleri sayesinde yavaşlatılmış metabolizmasıyla beslenme ve boşaltım ihtiyacı hissetmiyor, kutunun soğukluğu sayesinde güneşin yakıcılığından korunuyor ve kendini Perelandra'da buluyor. Neyse ki, ilk seyahatinde öğrendiği dil yalnız Mars'a (Malacandra'ya) özgü bir dil değilmiş, Güneş sistemimizin ortak diliymiş; böylece Perelandra'ya gittiğinde yeni bir dil öğrenmek zorunda kalmıyor. Güneş'e bizden daha yakın olan ve atmosferi neredeyse tamamen karbondioksitten oluşan, yüzey sıcaklığı 460 santigrat civarlarında dolaşan gezegene indiğinde; Dünya'dan biraz daha (?) sıcak olduğu için çıplak dolaşmaya karar veriyor. Atmosfer basıncı konusuna ise hiç girmeyelim... Perelandra'nın yüzeyi de tahmin edebileceğimizden çok farklı. Hiç aralanmayan bir bulut tabakası ile kaplı olduğu için dışarıdan gözlenemeyen gezegen devasa bir okyanusa sahip, bu okyanusun içinde yalnızca küçük bir sabit kara parçası (Sabitlenmiş Diyar) ve sayısız yüzen ada var. Evet, yüzen ada, suyun üzerinde süzülen kumaş parçaları gibi oradan oraya savrulan, bitkiler ve ağaçlarla kaplı, suyun dalgası ile birlikte kıvrılıp bükülen adalar. Neden olmasın. Bu ağaçların kökü yok mu diye de düşünmeyelim artık. Kurgu bu. Ne çok inceliyorsunuz siz de!

Ransom bu adalardan birine ulaşıyor, karnını doyuruyor, etrafı inceliyor, sürekli kıpırdanan zemin üzerinde düşmeden yürümeyi öğreniyor. Birkaç hayvan dışında hiçbir canlıyla karşılaşmadan geçen bir iki günün sonunda, bulunduğu ada başka bir adanın yakınlarına sürükleniyor ve orada yeşil renkli derisi dışında tamamen insana benzeyen bir kadın olduğunu görüyor. Öğreniyoruz ki, bu kadın Perelandra'nın Havva'sı, kraliçesi. Bir yerlerde bir de kralı varmış ama ayrı adalara düşmüşler, birbirlerini kaybetmişler. Ransom, Leydi diye hitap ettiği bu kadınla bol bol sohbet edip gezegenimizden bahsediyor, kadının anlattıklarını dinliyor. Günler böyle güzel geçerken, bir gün gökyüzünden yuvarlak bir nesne düşüyor ve içinden (ilk kitapta Ransom'u kaçırıp Mars'a götüren) Weston çıkıyor.

Kitabın bundan sonrası bol bol diyalog. Bir tarafta Havva'yı kandıran yılanın rolünü üstlenmiş Weston, diğer tarafta onun Leydi'yi kötü düşüncelerle zehirlemesini önlemeye çalışan Ransom. Yaradılış hikayesi, "Havva o elmayı yemeseydi neler olurdu?" sorusunun etrafında uzadıkça uzuyor. Weston ve Ransom uzun (çok uzun) felsefî tartışmalara girişiyorlar:
"Sizin Şeytanınız ve sizin Tanrınız," dedi Weston, "her ikisi de aynı Güç'ün suretleri. Cennetiniz öndeki kusursuz ruhaniliğin sureti; cehenneminizse bizi arkadan buraya doğru iten kışkırtmanın ya da çabalamanın suretidir. Bu yüzden de birinin statik huzuruyla diğerinin ateşi ve karanlığı bir araya gelir. Yenilenen evrimin bir sonraki aşamasında bizi ileti çağıran Tanrıdır; bunun ötesine geçen aşamada bizi kovansa Şeytandır. Sonuçta, dininiz şeytanların düşmüş melekler olduğunu söyler."
Sayfalar boyunca, Weston'ın kadını ilk günaha doğru kışkırtması ve Ransom'ın buna karşı ataklar geliştirmesinden başka bir şey olmuyor. Kitap bolca faydalandığı Hristiyan mitolojisinin yanında, zaman zaman Roma mitolojisine kadar uzanıp, yüzyıllar önce bu gezegenlere verilen isimleri eldilaya bağlıyor. Ransom, yaşadıklarını anlatmak üzere Dünya'ya dönüyor elbette. Bunun ardından, serinin son ve en kalın kitabı olan Korkunç Kale geliyor. Perelandra'yı okurken öyle sıkıldım ki, Ransom başını alıp hangi gezegene gidecek diye merak etmeye bile enerjim kalmadı, okuma sevgim tükendi. Yine de seriyi bir an önce bitirmek için elimden geleni yapacağım. Hadi bakalım...