30 Ağustos 2013

Anansi Çocukları


Anansi Çocukları - Anansi Boys
Neil Gaiman
Çeviren: Murat Özbank
İthaki Yayınları
Temmuz 2013 (2. basım)
383 sayfa

Yaz okuma şenliğimizin ilk ayı bittiğinde, sevgili Pınar'ın girişimi ile İthaki Yayınları ve Yitik Ülke Yayınları, en çok puan toplayan katılımcılara kitap hediye ettiler. Böylece, uzun zamandır "okunması gereken yazarlar" listemde bulunan Neil Gaiman'ın Anansi Çocukları kitabı kapıma kadar gelip beni çok mutlu etti. Birkaç aydır katılmadığım Yazar Ayları etkinliğinde bu ay Gaiman'ın kitapları okunduğundan, şenlik listeme ara verip bu kitabı okudum.

Kitap, kapağındaki kısmî lak kaplı örümcek ağıyla beni biraz korkuttu (örümcekler, görünce koşarak uzaklaştığım yaratıklar arasında bulunuyor.) yine de çok kötü olamayacağını düşünerek okumaya başladım.

Tuhaf babası sayesinde özgüven sorunları olan, annesinin ölümünden sonra İngiltere'ye taşınan Şişko Charlie, babasının bir tanrı olduğunu öğrenir ve varlığından haberdar olmadığı kardeşiyle buluşur. Bütün öykülerin sahibi örümcek-tanrı ile oğullarının eğlenceli ve epey acayip macerası Gaiman okumak için iyi bir başlangıç oldu.

İngiliz yazarlar söz konusu olduğunda beklentilerim çok yükseliyor, Neil Gaiman'ın ünü de malum. Dolayısıyla, bu kitabı çok büyük beklentilerle okudum. Sonuçta, kitabı genel olarak çok sevdim. Yalnızca, Amerikan ergen dizilerinde gördüklerimizi anımsatan aşk ilişkilerinden hoşlanmadım. Öte yandan Neil Gaiman'ın yazım tarzı, Douglas Adams'ı anımsatan bir keyif verdi. "Sabahlık giyen bir kız odaya girdi" yerine "Şişko Charlie'nin sabahlığı odaya girdi. İçinde bir kız vardı" cümlelerini okumak güzel. Sonuç: Daha çok Neil Gaiman okumalıyım.

25 Ağustos 2013

Otomatik Portakal


Otomatik Portakal - A Clockwork Orange
Anthony Burgess
Çeviren: Aziz Üstel
Bilgi Yayınevi
Ekim 1982 (2. basım)
223 sayfa

Aziz Üstel çevirisi ile okuduğum Otomatik Portakal, çok acayip bir kitap! O kadar acayip ki, çok hacimli olmamasına rağmen ancak bir haftada bitirebildim.

Gündüz okula gidip, geceleri dört kişilik küçük çetesiyle sokaklara çıkan Alex'in cezalandırılma ve tedavi sürecini anlatan kitap birçok noktada çok rahatsız edici. Yalnız suçlunun değil, devletin (yetkililerin) psikolojisi ve davranışları da çok ağır biçimde eleştiriliyor -ki, kitabın (ve uyarlama filminin) çeşitli zamanlarda devlet organlarınca yasaklanmış olması hiç şaşırtıcı değil. Hatta, özgürlük için savaşan muhalifler de Anthony Burgess'in eleştirilerinden paylarına düşeni alıyorlar.

Benden çok daha yetkin kişilerin sayfalarca değerlendirmesini yaptığı bu kitap için çok fazla şey yazamıyorum. Yalnız, eski çete üyeleri olan iki kişinin, Aptalof ve Koca Göbek'in kitapta polis memuru olarak tekrar karşımıza çıkmaları ve otoriteyi temsil eden yeni halleri üzerine düşünülmeli. 
"Tanrının istediği iyilik mi yoksa iyiliği seçebilme şansına sahip olabilmek mi? Kötülüğü seçen biri gerçekte iyiliğe zorlanan birinden daha mı geçerli Tanrı'nın gözünde?"
"Benim için siyasi partiler önemli değildir. Nerede bir kötülük görürsem ona karşı çıkarım. Parti adlarının bir önemi yoktur. Özgürlüktür önemli olan. Halk, özgürlüğü için baş kaldırmaz, direnmez. Bir lokma ekmeğe, bir kaşık çorbaya değişir özgürlüğünü."
* 2013 yaz okuma etkinliği için, yasaklanmış bir kitap. 15 Puan!

17 Ağustos 2013

Langelot Sabotajcıların Peşinde



Langelot Sabotajcıların Peşinde - Langelot et les Saboteurs
Teğmen X
Çeviren: Zerhan Yüksel
Baskan Yayınları
1973
227 sayfa

Daha önce de bahsettiğim ve bir çırpıda çerez gibi bittiği için severek okuduğum Langelot serisinden bir kitap daha, Langelot Sabotajcıların Peşinde. Teğmen X'in bu kitabında, Langelot, İngiliz gizli servisine destek olmak üzere Londra'ya gidiyor ve bazı tarihi eserler ile kültür varlıklarına düzenlenen suikastlerin ardındaki gizemi çözmeye çalışıyor. Güzel bir İngiliz casusu ve çok yetenekli, 18 yaşındaki casusumuz Langelot güçlerini birleştirip, olayı çözüme kavuşturuyorlar. Daha önce okuduğum Langelot kitaplarına göre daha zayıf kalsa da, keyifli kitap.

* 2013 yaz okuma etkinliği için, bir serinin ilk kitabı dışındaki bir kitap. 10 Puan!

14 Ağustos 2013

Gölge Oyunu, Ray Bradbury Anısına Yepyeni Öyküler


Gölge Oyunu, Ray Bradbury Anısına Yepyeni Öyküler - Shadow Show
Derleyenler: Sam Weller, Mort Castle
Çeviren: M. İhsan Tatari
İthaki Yayınları
Haziran 2013 (1. basım) 
470 sayfa

İki ay önce yayımlanan Gölge Oyunu ile ilgili ilk haberi okuduğum gün, "hemen almam lazım!" demiştim; kitabı geçen ay aldım, yeni okudum. Neil Gaiman var, Harlan Ellison var... Üstelik, geçen yıl aramızdan ayrılan Bradbury kitabın İngilizce basımını görmüş ve bu güzel selam duruşuna minik bir giriş yazısı da yazmış. Çok sevdiğim ve zekasına, yazımına çok saygı duyduğum bir yazar olan Bradbury anısına yayımlanan bu derlemeyi de severek okudum. Öyküleri sevdiğim kadar, yazarların açıklamalarını ve Bradbury ile ilgili anılarını/izlenimlerini okumayı da sevdim.

Kitabın en dikkat çeken öyküsü Bonnie Jo Campbell'ın yazdığı ve Resimli Adam'a öykünen "Dövme" olsa da, ben en çok Gary A. Braunbeck imzalı "Şişman Adam ve Küçük Çocuk" adlı öyküyü sevdim.
"Bütün filmlerin, televizyon şovlarının, reklamların ve dergilerin sadece ve sadece neredeyse aptalca görünecek kadar kusursuz beyaz dişlere ve mükemmel vücut hatlarına sahip insanları göstermeleri yetmiyor mu? Haaayır efendim. İşi ilerletmeleri gerekiyordu ..."
Öyküleri tek tek yazmaya gerek yok, Ray Bradbury seviyorsanız bu kitabı da seversiniz. Ray Bradbury sevmiyorsanız, söyleyecek bir şey bulamıyorum... M. İhsan Tatari'nin çevirisi bence gayet başarılı olmakla birlikte, kitabın birkaç yerinde "ve" yerine & işareti kullanılmış ve Türkçe bir metin içinde bu kullanım rahatsız edici geldi bana. Kitapla ilgili esas eleştirim ise kapağı. Biz o kadar anlatmaya çalışalım, "bilim kurgu dediğimiz şey uçan daireden, roketten ibaret değil" diye; sonra Ray Bradbury gibi bir ustanın adı geçen kapakta ancak uçan daire olsun. Olmamış. Yine de, dolu dolu bir kitap!

* 2013 yaz okuma etkinliği için, 400 sayfadan uzun bir kitap. 25 puan!

18 Aralık 2013 Ek: Kitabın çevirisini yapan M. İhsan Tatari, çok keyifli bir yazı yazmış bu deneyimi ile ilgili. Burada.

12 Ağustos 2013

Puslu Kıtalar Atlası


Puslu Kıtalar Atlası
İhsan Oktay Anar
İletişim Yayınevi
Ocak 1995 (26. basım) 
238 sayfa

Bayram seyran derken blogu biraz ihmal ettim; ama bu arada yazlık okuma şenliğimizin iki kitabını daha bitirdim! Benden başka herkesin okuduğunu düşündüğüm Puslu Kıtalar Atlası'nı Mshn önerdi, bir kuzenimin kitaplığında buldum ve ödünç aldım, başka bir kuzenim "ben de aldım ama daha okuyamadım" dedi, okuma önerilerine çok güvendiğim bir arkadaşım ise İhsan Oktay Anar hakkında çok olumlu şeyler söyledi. Sonuç olarak, iyi bir kitap seçmişim.

Türkçe'nin çok güzel kullanıldığı; kaynak aldığı kültleri, hikayeleri iyi kullanmış, sağlam kurgulu bu roman hakkında yazacak çok fazla şey bulamıyorum. Kitabın gerçek kahramanı Uzun İhsan Efendi ve felsefesi kafa karıştırdığı ölçüde keyifli. Okunmalı.

* 2013 yaz okuma etkinliği için, benden başka herkesin okuduğu bir kitap. 15 Puan!

11 Ağustos 2013

Cumartesi İlk 10: En Sevdiğim Karakterler

Bir "Cumartesi İlk 10" listesinin pazar günü yapılması bence çok da mantıksız değil. Dün, gün boyu zamanım yoktu ve gece de çok yorgundum, bu listeyi yapmak istediğim için de bugüne bıraktım. Neden olmasın? Bu haftanın başlığı En Sevdiğim Karakterler.

1. Sirius Black (Harry Potter Serisi)
Arkasından gözyaşları döküp Rowling'e çok kızmış olabilirim, gençtik o zamanlar. Dikbaşlı, kendi bildiğini okuyan; etik duruşu ve dostluğa verdiği değer ile, sanırım serinin en sevdiğim karakteri.

2. Doktor Hayrullah Bey (Çalıkuşu)
Feride'nin koruyucu meleği, ağzı bozuk askeri doktor. Kaba görüntüsünün ardında yardımsever, ahlaklı ve onlarca kitap okumuş, çok bilgili bir adam.

3. R. Daneel Olivaw (Vakıf ve Robot serileri)
Asimov'un en önemli robotu. 3 robot yasası gereğince her zaman doğru ve iyi olanı yapar.

4. Clarisse McClellan (Fahrenheit 451)
Guy Montag'in değişimine neden olan, düşünmeyi seven genç kız.

5. Sıdıka
Atilla Atalay'ın en sevdiğim karakteri. Yaşadığı dünyaya baş kaldırmaya çalışan, çok düşünen ve beni güldürdüğü kadar üzen bir karakter.

6. Hercule Poirot
Agatha Christie'nin yarattığı, üstün zekasından çok özgüvenini ve kendine özgü mizacını sevdiğim adam.

7. Homongolos (Bir Kadın Düşmanı)
Çok sevdiğim bir Reşat Nuri karakteri daha. Gözüktüğünden çok farklı bir adam.

8. Marvin (Otostopçunun Galaksi Rehberi serisi)
Paranoyak ve depresif robot.

9. Gully Foyle (Kaplan! Kaplan!)
Çoğunlukla yabancısı olduğum intikam hissi ve hırs ile güdülenen, bir benzerini gerçek hayatta sevmeyecek olsam da büyük bir okuma zeyki veren karakter.

10. Kaptan Nemo (Denizler Altında 20.000 Fersah)
Nautilus'un sahibi ve beyni; çok zeki, çok okumuş, insanlardan kaçarken katı ahlakını da yanına almış bir adam.

Şöyle bir bakınca, çok eğlenceli olduğu için sevdiğim karakterler var, ama diğerleri hep kendine ait sağlam bir etik anlayışı olan, karakteri çok güçlü ve zeki insanlar. Zaten gerçekte de öyle insanları seviyorum ben. ^.^

4 Ağustos 2013

Yeni sahaf buldum!

(Sonradan ekleme: Bu sahaf bulunduğu bina yıkılacağı için kapandı, başka bir yere taşınıp taşınmadığını bilmiyorum.)

Bir hafta kadar önce eve dönerken, çok sık kullanmadığım bir sokaktan geçtim, baktım ki küçücük bir sahaf açılmış. O gün hemen bakmak istedim, iftar saatiydi ve dükkan kapalıydı. Sonra aklımdan tamamen çıkmış; iki gün önce tekrar o sokaktan geçene kadar hatırlamadım bile. İçeri girdim ama yanımda kuzenim vardı, benden nefret etmesini istemediğim için çok oyalanamadım. Hemen bir Arthur C. Clarke kitabı buldum ve aldım. Dün, bütün raflara bakmak üzere tekrar gittim bu küçük kitapçıya; sanırım 15-20 dakikada tüm raflara göz attım ve bu sefer altı tane kitap buldum, aldım. İşte, tümüne 21 lira verdiğim o kitaplar (Bir de, bu fotoğrafta yok ama Asimov'un Çelik Mağaralar'ını aldım, Ayberk'e göndermek için.)


Bu sahafı anlatıyorum, çünkü Eskişehir'in büyük bir sahaf açığı/ayıbı var. Var olan birkaç sahafın da desteklenip ayakta kalması gerektiğini düşünüyorum. Çok sevdiğim Aşiyan Sahaf'ın yanında, evime çok yakın bir sahaf açılmasına da çok sevindim üstelik. Buranın sahibi Servet Bey, Ankara'dan yeni gelmiş Eskişehir'e ve henüz çoğu kitabını getirememiş. Yine de, ilgimi çeken epey kitap buldum ve daha önce gazeteci olan Servet Bey'in sohbetini de çok sevdim. Vişnelik'e yolunuz düşerse uğramanızı öneririm. Sahaf, Vişnelik tramvay durağına çok yakın, Savaş Caddesi üzerindeki bisikletçinin yan sokağında. Üşenmedim, kroki bile yaptım bakın.

Bu arada, bir de isteğim var. Eskişehir'de bildiğiniz, kıyıda köşede kalmış büyük küçük sahaflar varsa, yorum yapıp paylaşırsanız çok sevinirim. (İnsancıl demeyin, üzülürüm!)

3 Ağustos 2013

Hayatım...


Hayatım... Otobiyografi - An Autobiography
Agatha Christie
Çeviren: Azize Bergin
Altın Kitaplar Yayınevi
Nisan 2009 (1. basım) 
608 sayfa

Çok sevdiğim yazar Agatha Christie'nin otobiyografisi olan Hayatım...'ı keyifle okudum. Christie bu kitap üzerinde yaklaşık on beş yıl çalışmış ve ölümünden bir yıl önce, 1975'te tamamlamış. Kitap boyunca tarihleri çok fazla belirtmemiş; özellikle merak ettiğiniz olayların tarihini yazarın wikipedia sayfasında bile bulabilirsiniz sanırım. Agatha Christie'nin hayatı ile ilgili en büyük gizem olan (1926 yılında gerçekleşen) "kayboluş" olayından hiç bahsetmiyor kitapta. Irak'taki antik kent Nimrud'da bir kerpiç evde yaşarken yazmaya başladığı otobiyografi; çocukluğunu, gençliğini, evliliklerini ve yaşlılığını oradan oraya atlayarak anlatıyor. Bu serbest yazım bence çok keyifli, kitabın akıp gitmesini sağlıyor. Bana, hafifçe "Bir Dinozorun Anıları"nı da hatırlattı.

Victoria Devri'nin sonlarında doğan Agatha Christie (doğum adı ile Agatha Clarissa Mary Miller) bu dönemin alışkanlıklarına sahip bir aile içinde, genellikle mutlu bir çocukluk geçirmiş. Uyumlu bir baba, yaratıcı bir anne, enerji dolu abla ve ailenin sorunlu çocuğu abi (ki, abisinin başkalarının gözünde başarısız gözükmesine rağmen, kendi bildiği gibi ve mutlu bir hayat sürdüğünü düşünüyor Christie) ve hizmetçiler, büyükanneler, yakın dostlar (aralarında Rudyard Kipling de varmış) ile dolu, Ashfield malikanesinde büyümüş. Yatılı okulda okuyan ablası ve genellikle evden uzakta olan abisi pek ortalıkta gözükmediklerinden; dadıları, evcil hayvanları ve en önemlisi hayalî arkadaşlarıyla vakit geçirmiş. Yetişkinlik döneminde de olduğu gibi, kendisini konuşarak ifade etmeyi pek beceremeyen ve bu yüzden -aile içinde- "ağır" olduğu söylenen Christie, zengin hayal gücünün o günlerde yarattığı karakterleri ve maceraların çoğunu hatırlayıp kitabında anlatıyor.

Christie'nin çocukluğu ile ilgili anlattıklarından en çok bebek evini sevdim. Çeşitli örneklerini filmlerde, dizilerde, internette gördüğümüz bu bebek evleri için, o günlerde her türlü eşya ve insan figürleri satılıyormuş; yemekler, mutfak eşyaları, mobilyalar, tuvalet masaları, lambalar ve vazolar... Bizim Sims oyununun çok daha fazla emek isteyen ve keyifli bir erken versiyonu!

Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını yaşayan Christie, Birinci Dünya Savaşı'nda hemşire ve eczacı olarak çalışmış; İkinci Dünya Savaşı'nda ise damadını kaybetmiş. Damadının ölümü ve ilk eşinden boşanması; kitapta bahsettiği nadir üzücü konulardan. Genel olarak hayatındaki güzel anıları ve olayları hatırlayıp yazmış; bunları tekrar yaşamaktan çok keyif almış. Bense, kitap boyunca kendisi ile ilgili anlattıklarından "aaa ben de öyle!" diyecek yerler bulup mutlu oldum. Örneğin, gençliği ile ilgili anılarını anlatırken şöyle diyor:
"Ben ise tam aksine, bu açıdan biraz da babama benzediğim için, bana eğlenceli bir olay yaşayıp yaşamadığım sorulduğunda hemen, "Hiçbir şey olmadı," derdim. "Bayan falanca, partide ne giymişti?" "Hatırlamıyorum" ... Ben genelde, her şeyi kendime saklamaya devam ettim. Sıkı ağızlı olmak istediğimi sanmıyorum. Sadece pek çok şeyin önem taşımadığını düşünüyordum; peki o zaman neden bu önemsiz şeylerden söz etmeli ki?"
İşte, annemin 30 yıl boyunca şikayet ettiği şey... Ne gerek var ki? Bir de, Christie kitaplarını (ya da taslaklarını) dikte ettirirken, yanına kızı geldiğinde doğru düzgün bir cümle bile kuramadığını anlatıyor. Sınavda tepesine öğretmen dikildiğinde hiçbir şey yazamayan öğrenciler gibi! (Bu yazıyı yazarken odaya annem girdi, bir şeyler alması gerekiyordu ve o çıkana kadar tek kelime yazmadan boş boş ekrana baktım.) Kendimi Agatha Christie'ye benzetirken, biraz da o büyük hayal gücüne sahip olsaydım ne iyi olurdu! Christie'nin tüm Jules Verne romanlarını Fransızca okumasını ise çok kıskandım.

Agatha Christie bol bol seyahat etmiş, çocukluğunda bir süre yaşadıkları Fransa dışında, tek başına bir Doğu seyahatine de çıkmış böylece ikinci eşi Max Mallowan ile tanşmış ve arkeoloji hakkında birçok bilgi edinmiş. Doğu Ekspresi ile gerçekleştirdiği ilk seyahatini, İstanbul'da geçirdiği süreyi de anlatan yazar, bir de trende tanıştığı bir kadından bahsediyor:
"Tek çocuklu hem de kız çocuklu olduğum için kendimi aşağılanmış gibi hissediyordum. Güleç yüzlü Türk hanım, anlayabildiğim kadarıyla tam on üç çocuk doğurmuştu, bunların beşi ölmüştü ve en az üç kez, belki de dört kez düşük yapmıştı."
Kitabın sonlarına doğru ise, kocası Max'in (İkinci Dünya Savaşı sırasında) Türk Yardım Heyeti'nde çalıştığını söylüyor. Irak'taki kazı alanlarında uzun süre yaşayan yazar, bu coğrafyayı çok sevmiş.

Bence Agatha Christie ile ilgili çok ilginç olan detaylardan biri de, yıllar boyunca (birkaç kitabı yayımlandıktan ve çok sattıktan sonra bile) kendisini bir yazar olarak görmemiş, polisiye romanlar yazmayı boş vakitlerinde yaptığı bir ek iş olarak nitelemiş. Zaten, çocukluğunda "ben büyüyünce yazar olacağım" dememiş hiç. Agatha Christie okuyup sevdiyseniz, otobiyografisini de keyifle okuyacağınızı düşünüyorum. Tabii, Altın Yayınlarının özensiz, bol yazım hatası (hatta anlatım bozukluğu) dolu basımını göz ardı edebilirseniz...

Bu arada, geçen ay Yazar Ayları için Agatha Christie okunacaktı, yetişemedim. Ayrıca, bu bloga başladığımdan beri hiç otobiyografi okumadığımı fark ettim, neyse.

* 2013 yaz okuma etkinliği için, türü kurgu olmayan bir kitap. 20 Puan!