30 Ağustos 2012

Kaçak


Kaçak - L'Évadé
Georges Simenon
Çeviren: Tahsin Yücel
Nisan Yayınları
Ekim 1995 (2. basım)
119 sayfa

Belçikalı polisiye yazarı Georges Simenon'un Kaçak kitabı ilk kez 1936'da Paris'te yayımlanmış, 1959'da Varlık Yayınları tarafından Türkçe'ye kazandırılmış. Kitapçıda gördüğüm diğer Simenon kitapları gibi, Kaçak da, (roman değil de, uzun öykü denecek kadar) ince bir kitap. Bir günde, hatta 1-2 saatte bitebilir, hemen arkasından yeni bir kitaba başlanır hatta.

Kaçak, bir lisede Almanca öğretmeni olan Jean-Paul Guillaume'un hikayesi. Sıradan başlayan bir okul gününde, Guillaume (öğrencilerinin dediği gibi, kısaca JPG) daha önce hiç olmadığı kadar dalgın ve dikkatsiz davranıyor. Okulda başlayan hikaye, JPG'nin beklenmedik davranışlarının nedenini öğrenmemizle, bu davranışların evinde ve ailesinde yarattığı etkilerle ilerliyor, öğretmenin geçmişini ve şu an olduğu yere nasıl geldiğini öğreniyoruz.
Kaçak'i çok beğendiğimi, "bu kadarcık sayfaya neler sığdırmış adam" diye düşündüğümü söylemek isterdim ama kitaptan etkilendiğim söylenemez. Özellikle, kitabın sonunda 'bir dahaki yıl devamı çekilecek Hollywood filmi' havası aldığım ve bundan hoşlanmadığım için... Son sayfaya gelip, son cümleyi okuyup "eee, sonra?" demekten hiç hoşlanmıyorum! Durumun kötü yanı şu, kitabı beğenmediğim için kendimi kötü hissediyorum! Sahafım Faruk Bey, Simenon'u çok sevdiğini, benim de muhtemelen beğeneceğimi söyleyerek; en iyi kitaplarından olduğunu düşündüğü için Kaçak'ı okumamı önermişti ve ilk kez kendisinin önerdiği bir kitabı sevmedim. Üstelik Simenon 1903 yılında doğmuş ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü'yle yaşıt bir adamın kitabını beğenmemek, nedense saygısızlık yapmışım gibi bir duygu yarattı bende.

Polisiye kültürüm çoğunlukla Agatha Christie ve Arthur C. Doyle'la sınırlı olduğu için; işlenen bir suçun ve ortadaki gizemin çözümüne ulaşan hikayelere alışığım ben. Kaçak beklediğim gibi çıkmadı, polisiye olmayan bir kitap olarak da çok keyif vermedi ama sevenleri olacaktır.

27 Ağustos 2012

yeni kitaplar

Rizzoli & Isles kitaplarını bitirdikten sonra bir çeşit kış uykusuna girdim sanırım. Günlerdir kitap okumuyorum, saatlerce zombi gibi oturup dizi izliyorum bilgisayarın karşısında. Yine de, kitap alışverişi yapmayı durdurabildiğim söylenemez.

Bugün zorunlu olarak evden çıktım; göndermem gereken bir kargo ve kullanmam gereken belli bir kargo şirketi dolayısıyla, pek kullanmadığım ara sokaklara girdim. Normal koşullar altında, yer/yön algım ürkütücü derecede zayıftır ve defalarca gittiğim bir yere gitmeye çalışırken bile kaybolabilirim. Yine de... İçgüdülerime güvenerek ara sokaklara girdim, kargo şubesini aramaya başladım. İçgüdülerim ilk kez çok faydalı oldu ve kendimi daha önce görmediğim bir sahafın önünde buldum. Endişeye mahal yok, kargocuyu da buldum ama önce sahafı buldum. Altyazı Sahaf adında, küçük bir yer. Daha önce önünden geçmiş olabilirim ama varlığını fark etmemişim ya da içerisi ders kitabı doludur diye girmemişim. Her neyse... Şu sıralar aklımda olduğu için, Son Tiryaki'yi sordum, ellerinde yokmuş. Diğer bilimkurgulara bakarken Heinlein'ın Uzay Elbisemle Yolculuğa Hazırım kitabını buldum, hemen aldım. Bir de, 1972 baskısı  Arsen Lüpen'in İtirafları'nı buldum! Polisiye rafımda bir tane bile olmadığı için, elbette onu da aldım!


Bu iki kitabı yazayım diye blogger'a girip, diğer bloglara göz atarken de Nefertiti'nin şu yazısını okudum. "Dur bakayım, neler varmış" dedim ve kendimi "bunu da alayım, bunu da istiyorum, bunu kesin almalıyım" diye sayıklarken buldum. Fazla abartmayayım dedim, kendimi tuttum, bu seferlik altı tane kitap istedim İlk Nokta'dan. Önümüzdeki birkaç günü, gözüm yollarda, kulağım kapı zilinde; kargo bekleyerek geçireceğim. Böyle heveslenmişken, biriken kitaplarıma bir yerden başlasam da iyi olacak.

1 Ağustos 2012

Gelsin kitaplar!

Aslında şu günlerde Ankara'ya gitmeyi umuyor ve orada keyifli keyifli para harcarım diye, kitapçılara pek yaklaşmamaya çalışıyordum. Çünkü bir kitapçıya girersem boş çıkmayacağımı çok iyi biliyorum. Ankara planını ileri bir tarihe atmak zorunda kaldım; işin kötüsü, bu arada bütün iradem eridi gitti!

Dün, kuzenimi beklerken sevdiğim kitapçılardan biri olan Adımlar Kitabevi'ne girdim. Küçücük dükkanda dakikalar harcadım ve çok tuhaf bir biçimde, gerçekten almak istediğim hiçbir kitap bulamadım! Oradan çıkıp, aslında hiç sevmediğim ama daha büyük bir kitapçıya girdim; sanki sahipleri ve çalışanları da artık sevmiyorlar mekanı, yalnızca çoksatan kitaplar en ortalık yerdeki raflara düzenli yerleştirilmiş, geri kalan kitaplar bir kargaşa içinde rastgele dizilmiş. Tam hatırlamıyorum ama galiba "müzik" olarak etiketlenmiş bir bölümde, yoksa "tarih" miydi, emin değilim. Her neyse... Alakasız bir rafta İthaki Yayınları'nın kitapları gözüme çarptı, belki bir daha bulamam diye iki tane kitap aldım: Arthur C. Clarke'tan İmparator Dünya ve Robert Silverberg'den Gece Kanatları. Clarke'ı zaten çok severim, Silverberg de daha önce okuduğum yazarlardan. (Bkz: Dünyalı İstilacılar)

"Bu iki kitap beni bir süre idare eder, fazla kitap almam" derken... Bugün Aşiyan Sahaf'a gitmem gerektiğini düşündüm ve tabii ki, gittim! Faruk Bey bu sefer beni Asimov kitaplarıyla karşılamadı ama "hah, Setenay Hanım, on dakika sonra kargo gelecek, çok güzel iki bilim kurgu kitabı geliyor!" dedi. Bugün ben uğramasam, telefonla haber verecekmiş zaten. Böylece çay ve güzel sohbet eşliğinde orada bolca oturdum, Faruk Bey'in müjdelediği iki kitabı aldım: Aleksandr Bogdanov'un Kızıl Yıldız ve Mühendis Menni isimli kitapları. Bu arada tam karşımdaki raftan bana bakan Deliler Mezarlığı'nı (Ray Bradbury) görmezden gelemedim, onu da aldım! Faruk Bey'in daha önce de bahsettiği polisiye yazarı Georges Simenon'un Kaçak'ını da listeye ekleyince, toplamda dört kitabı ve kitapçımın hediyesi SabitFikir dergisini yüklendim geldim.

Kitapçılardan bir şey almadan çıkacak irade istiyorum. Lütfen, çok şey mi istiyorum?

Bu arada, okuma günceme gelirsek... Tess Gerritsen maratonum devam ediyor. Şimdilik The Surgeon, The Apprentice ve The Sinner'ı bitirdim; aynı karakterleri işleyen dördüncü kitaba, Body Double'a başladım. En azından, akademik makalelerde zorlanan İngilizcemin, polisiye kurgu için gayet yeterli olduğunu anladım; keyifle okumaya devam ediyorum.