28 Şubat 2012


Ben yine sahafa gittim... Sadece 5-6 saatliğine Ankara'ya gittim; bu sefer ne Kızılay'a gidebilirim, ne de sahafa uğrayacak zamanım olur diyordum fakat galiba bilinmeyen bir güç beni yine oraya yönlendirdi! Bir yanıma halamı, bir yanıma teyzemi alıp gezecekken, bu sefer halam Kitapçılar Çarşısı'nı gördü ve içeri girmek istedi. Görüyorsunuz, benim suçum yok!

İsmini hatırlamadığım bir sahaftan İktidar Mahkumları'nı aldım, çok misafirperver Çağlar Kitabevi'nden de (Karanfil Sokak'taki Kitapçılar Çarşısı'na giderseniz, mutlaka uğramanızı öneririm) Bedri Baykam'ın Kemik'ini, Asimov Açıklıyor'u ve Zaman Makineleri'ni aldım; daha doğrusu halam bana hediye aldı! Ben -yine- Eskişehir'deki sahaf yokluğundan şikayet ettim, 'ben de sahaf olmak istiyorum' dedim. Fakat, o kadar çok kitapta gözüm kaldı ki, yanıma birsürü para alıp tekrar Ankara'ya gitmek istiyorum =)

24 Şubat 2012

Holmes vs Poirot


Uzuuuun yıllar önce can sıkıntısından patlamak üzere olduğum bir ara, oturup en sevilen iki dedektif hakkında bir şeyler karalamıştım. O yazıyı, önce Deviantart'ta, sonra da Ekşi Sözlük'te yayınlamıştım. Bugün fark ettim ki, tam da buraya eklenecek bir yazıymış. Ufak tefek düzenlemeler gerektirse de, ilk halini pek değiştirmeden yayınladığım söylenebilir. Buyrun:

Edebiyat dünyasının en tanınmış dedektiflerinden ikisi Hercule Poirot ve Sherlock Holmes, malum. Peki, bu dedektifleri karşılaştırırsak neler çıkar? Farkları nedir? Hangi yönleri benzer?

Karşılaştırmaya google fight ile başlıyoruz. Tahmin edileceği üzere Mr. Holmes ezici bir farkla kazanıyor:

Sherlock Holmes - Hercule Poirot
19.400.000 - 1.950.000 (ve Hercules Poirot olarak arayınca çıkan 1.910.000 arama)
Gelelim dedektiflerimizin hikayelerine...

Sherlock Holmes halis bir İngiliz'dir. Ev arkadaşı, kendisine büyük hayranlık duyan ve gerektiğinde Holmes'a yardım etmek için elinden geleni yapan Dr. Watson'dır; emekli bir ordu doktoru. Çözümlemesi gereken bir dava olmadığı zamanlarda Holmes'un sinirleri bozuktur ve -başta Dr. Watson ve ev sahipleri Bayan Hudson olmak üzere- çevresindekilerin de sinirlerini bozar. Böyle zamanlarda durmaksızın sanatında ilerlemesini sağlayacak kimyasal analizler yapar; ya da eski suç dosyalarını inceler. Hatta uzun süre boş kaldığında zihninin heyecanı unutmaması için kokain kullanır. Dostu Dr. Watson'ın tüm uyarılarını kulak ardı ederek "beynim aktif olmalı... Yapacak işim olmadığında, ara sıra, bunu yapay uyarıcılarla sağlıyorum" der.

Mr. Holmes yaptığı işin bir sanat olduğunu düşünür, üstelik döneminde bu işi ("danışman dedektiflik") yapan tek ustadır. Bu konuda kendisine denk, hata daha fazla yeteneğe sahip olduğunu kabul ettiği tek kişi kardeşi Mr. Mycroft Holmes'tur; ancak Mycroft Holmes, bu işi meslek edinen kardeşi kadar hevesli değildir ve yeteneklerini onun kadar sık kullanmaz. Sherlock Holmes genellikle kendini beğenmiş tavırlar içindedir ve bulgularını açıklarken şaşırtıcı sürprizler yapmayı sever. Maddi sıkıntısı yoktur, çünkü yardımcı olduğu kişiler cömert ödemeler yaparlar. Buna rağmen Holmes her zaman işinin kendisinin yeterince tatmin edici olduğunu düşünür ve şöyle der: "bu kadar keyif aldığım bir işi yapıyorum ve üstüne bana para ödüyorlar." (ya da tam olarak öyle demez, ama benim aklımda öyle kalmıştır.) Sherlock Holmes bir olayı çözümlemek için uğraşırken çok enerjiktir. Zihni ve bedeni simültane çalışır. Tüm duyuları kanıt toplamaya odaklanmışken bir yandan da kanıtları zihninde düzenler, sıraya koyar, teorisini oluşturur. Bedeni olduğu kadar zihni de canlı tutmak gerektiğine inanır. En önemli yeteneği tümdengelim teorileri oluşturabilmesidir. Önüne çıkan davaları bu yöntemle çözer. Sherlock Holmes uzun boyludur; çok zayıf olması boyunun daha da uzun gözükmesini sağlar. Kılık değiştirme konusunda da büyük yeteneği vardır ve çok kez Dr. Watson bile karşısındakinin Holmes olduğunu anlamaz.

Mösyö Hercule Poirot ise İngiltere'de yaşayan bir Belçikalıdır. Kendisini Fransız zannedenlere sinirlenir. Sherlock Holmes gibi kendini beğenmiş tavırlar içinde olan Poirot'nun dış görünüşü ise tamamen farklıdır. 1.60 metre boyunda ve tombul bir adam olan Poirot'nun en çok övündüğü özelliklerinden biri, gür ve simsiyah bıyıklarıdır. Bunun dışında Poirot "küçük gri hücreleri" ile övünür ve "tazı gibi etrafı koklayarak gezen" dedektifleri küçük görür. Poirot, insanları dinleyerek ve gerçekleri yalandan ayırarak çalışır. En zor cinayetleri bile rahat koltuğundan kalkmadan çözümleyebileceğini iddia ederek dostu Arthur Hastings'in sinirlenmesine yol açar. Tabii her ünlü dedektif gibi, başarıya ulaşır ve Hastings'i, affedersiniz, göt eder.

Evet; Holmes gibi, Poirot'nun da yakın dostu, kankası ve bir dönem ev arkadaşlığını yapmış bir ekürisi vardır. İsmi Arthur Hastings olan bu kişi de (hafızam beni yanıltmıyorsa) Dr. Watson gibi savaş gazisidir. Poirot, özellikle de keyifli zamanlarında, Hastings'e "mon ami Hastings" şeklinde hitap eder.

Poirot için en önemli şey "insan psikolojisi"dir. İnsanlarla ne kadar konuşursa o kadar çok bilgi toplayacağını düşünür. Gerektiği zaman ise sahaya inip kanıt toplamayı bilir. Daha sonra da "sistem" gelir; olay kurgusundaki bulgular sisteme uymuyorsa, bir yanlış var demektir! Poirot özel hayatında da sistem ve düzene özen gösterir; hastalık derecesinde titizdir, simetri hastalığı vardır.

Bu anlatımdan sonra, daha eğlencelisini yapalım; gelelim dedektiflerimizin ortak ve farklı yönlerinin sırayla karşılaştırılmasına. Bunların bir kısmından yukarda bahsettim, ancak tekrar etmekte sakınca görmüyorum.

1. Her ikisi de İngiltere’de yaşamaktadır.
2. İki dedektifin de ev arkadaşları her davada koşulsuz yanlarındadırlar.
3. İki dedektifin de dostları eski birer ordu doktorudur; yani kanlı olaylardan rahatsız olmayacaklardır ve tıp bilgileriyle dedektiflere yardımcı olurlar.
4. Sherlock Holmes ve Hercule Poirot, her ikisi de kendini beğenmişlikleriyle dikkat çekerler.
5. Zihnin ve düzenli düşünmenin önemini ikisi de sıklıkla belirtirler.
6. Ancak Poriot'nun aksine, Holmes özel yaşamında çok dağınıktır; evin içinde atış talimi yapacak kadar.
7. Dedektiflerimiz maddi sıkıntı yaşamazlar, çünkü müşterileri yeterince cömerttir.
8.Bunun yanında, ilgilerini çeken bir olayla sadece kişisel tatmin için ilgilenirler ve maddi kazancı düşünmezler.
9. Holmes kılık değiştirerek çalışmayı sever; Poirot ise bunu küçük düşürücü bulur.
10. Poirot saçları ağardıkça onları siyaha boyar; Holmes ise dış görünüşüyle ilgisizdir.
11. Holmes ve Poirot'nun gereksiz cesaretleri yoktur; nerede yavaşlamaları gerektiğini bilirler.
12. İkisi de, zeki bir suçluyla karşılaştıklarında ona saygı duyarlar ve dikkatli davranırlar.
13. Dr. Watson, Holmes'un hikayelerinde sıkça ön plana çıkan, ismi çok geçen bir kişi iken; Arthur Hastings, Mösyö Poirot'nun maceralarında daha silik bir rol üstlenmiştir. Kısacası insanlar tarafından bilinenler Holmes ve Watson hikayeleri iken, öbür tarafta sadece Poirot hikayeleridir. (teşekkürler karoks)
14. Holmes bütün dünyayı gezmesine rağmen, anlatılan öyküleri çoğunlukla İngiliz banliyölerinde geçer. Poirot ise nerde abuk sabuk yer varsa bulur; tren, Nil nehri dinlemez. (teşekkürler deepestwonder)
15. İki karakterin de yaratıcısının asalet unvanları vardır: Sir Arthur Conan Doyle ve Dame Agatha Christie.

Şimdilik aklıma gelenler bu kadar. Sırada dedektiflerimizin ölümü var...

(Dikkat!!! Sherlock Holmes ve Hercule Poirot okumayı seviyorsanız, bu yazı bundan sonra spoiler barındırabilir. Hatta barındıracaktır. Benden söylemesi...)

Sherlock Holmes, "Son Vaka" adlı öyküsünde o ana dek karşılaştığı suçluların en zeki ve en kurnaz olanıyla, Moriarty ile karşılaşır. Dr. Watson'un anılarına göre, bu karşılaşmanın sonunda Holmes ve Moriarty birlikte yüksek bir uçurumdan düşerek ölürler. Burada efsane bitti zannederiz. Ancak 3 sene sonra, Holmes eski dostu Watson'ın karşısına tekrar çıkar. Moriarty'nin, en az onun kadar tehlikeli olan, yandaşlarını atlatmak ve kurnazca yakalamak için bir oyun planladığı anlaşılır. Esasen bu geri dönüş, Sir Doyle’un okur baskısına daha fazla dayanamamasının sonucudur. Başka hikayeler yazmak için en tanınan karakterini öldürmüşken, epeyce kalabalık olan Holmes hayranlarının tepkisi nedeniyle karar değiştirmiştir.

Diğer yandan Poirot'nun ölümü bundan daha basittir, çünkü cesedi ortadadır. Olay "Ve Perde
İndi" isimli romanda geçer. Styles Köşkü'nde (burası aynı zamanda Poirot ve Hastings'in ilk kez karşılaştığı ve roman dizisinin başladığı yerdir) misafir olarak bulunan Norton sinsi yöntemiyle başkalarının cinayet işlemesini sağlayan bir katildir; ve kendisi cinayet işlemediği için yasaların yapabileceği bir şey yoktur. Bu noktada Poirot yapacak başka şey olmadığını düşünerek cellat rolünü oynar ve Norton'ı öldürür. Daha sonra ihtiyaç duyabileceği ilaçlarının uzağında yatarak kendisini "ilahi adalet"e bırakır; o gece geçirdiği kalp kriziyle edebiyat dünyasına veda eder.

Ve bir bakıma, Sherlock Holmes ne kadar CSI ise, Hercule Poirot o kadar Without a Trace'tir.

9 Şubat 2012

Gülün Günlüğü


Gülün Günlüğü - The Wind's Twelve Quarters/The Compass Rose
Ursula K. LeGuin
Çeviren: Ümit Altuğ
Ayrıntı Yayınları
Mart 1992 (1. basım)
170 sayfa

İki gün önce kitaplardan bahsederken, fazla kitap okumayan bir arkadaşım dedi ki, Mülksüzler'i okumuş, hiçbir şey anlamamış. Hem kitaplara, hem sosyalbilim-kurgu'ya uzak biri için normal olduğunu düşündüm. Tam da, Gülün Günlüğü'nü okuyordum, bu kitabı önerdim "böyle bir şeylerle başla madem LeGuin okumaya" dedim.

Gülün Günlüğü, Ursula K. LeGuin'in öykü derlemelerinden biri, on iki tane öykü var kitapta, hepsi birbirinden güzel! İlk öykü olan "Omelas'ı Bırakıp Gidenler"de olabilecek en mutlu,  huzurlu, coşkulu kenti anlatmış LeGuin. Fakat, burada yaşayanların kesintisiz mutluluğu için, küçük bir çocuğun sürekli yalnız, mutsuz ve perişan olması gerekiyor. Omelas'ta yaşayanların tamamı bu çocuğun varlığını biliyorlar. İşte bu insanları anlatıyor öyküde. Acının entelektüel görüntüsünden bahsediyor. 
"Sanatçının ihaneti bu: Kötülüğün sıradan ve acının müthiş sıkıcı olabileceğini bir türlü kabul edememek. ... Oysa, acıyı yüceltmek sevinci lanetlemektir, şiddeti kucaklamak bütün diğer şeyleri elden kaçırmaktır."
Devrimden Önceki Gün, Omelas'ı bırakıp gidenlerden biri hakkında ve Mülksüzler'den önceki bir dönemde geçiyor; devrim için çok çalışan yaşlı bir kadını anlatıyor.

Üçüncü öykünün adı Yeni Atlantis. Katı kurallarla yaşayan bir toplumu anlatırken, bir yandan da masalsı bir karanlık-aydınlık-zaman-sonsuzluk hikayesi işliyor öykü. 

Dördüncü öykü "Kazazede Bir Yabancının Derb Kadanh'ına Sunduğu İlk Rapordur" başlıklı. Dünyayı betimlemeye çalışan bir adamın sözlerini okuyoruz. Dünyanın galaksinin neresinde, hangi güneşin yörüngesinde, ne kadar zamandır dönmekte olduğunu anlatmak yerine; büyük halasını, çiçeklerin kokusunu anlatırsa daha iyi olacağını düşünüyor. Sonunda, diğer şehirlere benzemeyen bir şehri, Venedik'i anlatıyor.

Bütün öyküleri tek tek anlatmaya kalkıştım fakat, ben yazarken bile sıkıldıysam, öyküler hakkında kısa cümleler okumak da pek keyifli olmamalı. Yani, vazgeçtim! İlk dört öykü hakkında yazdıklarımı silmek istemiyorum, onlar dursun. Geri kalanını tek tek anlatmak yerine çok sevdiğim iki öyküden bahsedeyim.

Arzunun Patikaları kitaptaki dokuzuncu öykü. İlk kez bir grup araştırmacının gittiği, dünyadan 31 ışık yılı uzakta olan bir gezegende geçiyor öykü. Gezegende yaşayan insanlar genç, orta yaşlı ve yaşlı kadınlar ile genç ve yaşlı erkekler olarak sınıflara ayrılıyor. Her sınıfın görevi, günlük hayatları farklı. Etimolog, antropolog gibi sosyal bilim uzmanları bu insanları inceliyor, dillerini çözmeye çalışıyorlar. Fakat bu insanların efsaneleri, simgesellikleri, gelişmiş bir toplumsal yapıları olmadığını fark ediyorlar; bir de dillerinin İngilizce'ye çok benzediğini. Elbette, öykünün sonunda bunun nedenini buluyorlar. (Yazarsam spoiler olur, yazmayayım.)

Kitabın son öyküsü olan Gülün Günlüğü'nde ise, bir "psikoskopçu"nun günlüğünü okuyoruz. Mesleğinde karşılaştığı sıkıntılar, basit hastalar; sonunda zeki ve bilgili bir hasta ile karşılaşıp çevresine farklı bir yerden bakmak zorunda kalmasını izliyoruz. İktidar sahiplerinin her şeyi kendi istedikleri gibi yönlendirmesini ve buna karşı durmaya kalkışanlar için aldıkları tedbirlerin ne kadar acımasızlaşabildiğini anlatıyor öykü.

Yazının başında dediğim gibi, Gülün Günlüğü ya da diğer öykü derlemeleri LeGuin okumaya başlamak için iyi bir tercih. Bu kitap (adı nedeniyle bende Umberto Eco çağrışımı yapsa da...) çok güzel öykülerle dolu!