14 Kasım 2010

Gökyüzü


Gökyüzü
Reşat Nuri Güntekin
İnkılâp ve Aka Kitabevleri
1976 (5. basım)
246 sayfa

Sözlükten tanıdığım Nebuch'un haklı önerisi ile, daha fazla bilimkurgu kitabından bahsetmeye karar vermiştim. Bu kararım değişmiş değil ama, en sevdiğim yazar Reşat Nuri'nin, henüz okuduğum kitabı Gökyüzü'nü anlatmadan geçemem.

Reşat Nuri'nin din konusundaki görüşünü bilmiyorum, ancak yarattığı bir iki karaktere göz atarsak eğer: Çalıkuşu'nda, Feride bir Hristiyan okulunda eğitim görmüş, dinler konusunda bilgili ama dindar olmayan bir karakterdi. Bir Kadın Düşmanı'nın Sara'sı eski kafalı ihtiyarlarla ve dinle alay eder, ilgilenmezdi. Gökyüzü'nde ise, altmış yaşında bir ateistle karşılaşıyoruz. Tıp eğitimi alırken Abdülhamit aleyhinde konuşmaları yüzünden sürgüne gönderilmiş, okumaya-konuşmaya çok meraklı bir adam. Konuşarak memleketi kurtaramayacağını ancak ihtiyarlığında anlamış, hayatını boşa geçirdiğini düşünen; yine de entelektüel ve zeki.

İşte, hikayeyi bu karakterden dinliyoruz. Anlatan o olunca, ismi de geçmiyor kitapta. Kısaca geçmişini anlatıyor bize; sonra kimsesiz bir kız olan, akrabalarının çocuğu Sevim'i nasıl evlat edindiğini anlatıyor. Olaylar da bundan sonra başlıyor. Kahramanımız, bilime aykırı bulduğu her şeyi reddediyor. Cinler, periler, ruhlar ve din. Hepsine birden "gökyüzü hastalığı" diyor. Sevim ile birlikte -dalga geçerek- katıldıkları bir ruh çağırma seansı, kurşunla vurulmuş gibi düşen bir leylek, Sevim'in hastalanması... Durum değişmeye başlıyor.  Aylar boyunca çeşitli doktorlar geliyor Sevim için, çare bulunamıyor. Çevresindeki insanların da etkisiyle, tıbbi olmayan çareleri düşünmeye başlıyor, tütsüler, kocakarı çözümleri... Kendisiyle çeliştiği için, kendisinden uzaklaşıyor. Galiba, romanın esas derdi de bu. Yaşlandıkça 'gökyüzü'ne yaklaşan insanlar, değişen düşünceler...

Gökyüzü (bence elbette) Reşat Nuri'nin en iyi kitaplarından biri değil. Yine de, romandaki mekanları, kahramanımızın çocukluk hatıralarını öyle güzel betimliyor ki; keyif aldım okurken...

27 Eylül 2010

Bir Film Yıldızı Nasıl Tavlanır


Bir Film Yıldızı Nasıl Tavlanır - How to Sleep With a Movie Star
Kristin Harmel
Çeviren: Elif Subaş
Turkuvaz Kitap
Ağustos 2010 (1. basım)
320 sayfa

Çoğunlukla bilimkurgu ya da sahafların en arka raflarından çıkmış kitaplar okusam ve hatta "çok satan" kitapları gizliden gizliye küçümseme eğiliminde olsam da; her zaman aynı tür kitaplar okuyamam ya! Arasıra da olsa, kafa yormayacak, salt eğlencelik kitaplar okumak keyifli oluyor. Bunun için büyük kitapçıların "yeni çıkan-çok satan" kısmına göz atmak yeterli. Ben de öyle yaptım ve Bir Film Yıldızı Nasıl Tavlanır'ı seçtim. Kitabın yazarı Kristin Harmel, bir dergi editörü. People, Glamour, Health gibi dergilere yazılar yazmış, Hollywood ünlüleriyle bol röportaj yapmış. Kitabını da benzer bir ortamda kurgulamış.

Bunun gibi "hafif" kitapları okumanın kötü yanları da var tabii... Öncelikle, zaten bir kitap okurken, bu kitapları da okumaya başlıyorum. O arada esas kitabımdan biraz uzaklaşmış oluyorum. (Örneğin, şimdi Erkek Acı Çeker, Kadının Ruhu Duymaz'ı okuyorum ben aslında; blogumun bir sonraki konusu da o kitap olacak muhtemelen) Bir de, galiba gereğinden hızlı okuduğum için; bu hafif kitaplar aldığım gün bitiyor ve hemen gidip başka başka kitaplar almak istiyorum. Her neyse, biz kitabımıza dönelim...
Kitabın esas kızı Claire Reilly (aynen kitabın yazarı gibi) başarılı bir dergi editörü; henüz yirmi altı yaşında ve çok çalışması sayesinde kendisinden daha yaşlı çalışanlarla aynı mevkiye yükselmiş. (Burada, Claire ile aynı yaşta ve hala öğrenci olduğumu unutmaya çalıştım...) Ucuz hilelere yönelmeden, olanca titizliğiyle çalışıyor ve ünlülerin çok parlak dünyasına kendini kaptırmamayı başarmış. Biz de Claire'in sakin hayatının nasıl saçma sapan bir biçimde değiştiğini okuyoruz. Bu hikaye kolaylıkla senaryolaştırılabilir ve pek beğenilen bir romantik komedi olarak vizyonda karşımıza çıkabilir!

Gerçi yaz bitiyor ama, Bir Film Yıldızı Nasıl Tavlanır, tam bir tatil kitabı. Birsürü klişe var kitapta; ama yine de akıcı yazılmış, keyifli espriler var. Hollywood'un parlak ünlüleri; Jimmy Choo, Manolo Blahnik, Prada, Gucci... giyen dergi çalışanları, bol dedikodu, kırmızı halı... Yani, romantik bir hikayeyi bol parıltılı hale getirecek her şey var kitapta. Çok güzel de dikkat dağıtıyor, vakit öldürmek için güzel kitap! =)

19 Eylül 2010

Bir Kadın Düşmanı


Bir Kadın Düşmanı
Reşat Nuri Güntekin
İnkılâp ve Aka Kitabevleri
1973 (9. basım)
159 sayfa

Ben çok düzenli ve bilinçi bir okur sayılmıyorum galiba. Kendimce bir bilincim var ama, konudan konuya atladığım için ne Türk Edebiyatı'nı, ne de Dünya Edebiyatı'nı adam gibi okuduğumu söyleyemem. Ama Türk Edebiyatı içinde, bulduğum bütün kitaplarını okumaya çalıştığım bir yazar var: Reşat Nuri Güntekin. Genellikle hangi yazarı ilk kez ne zaman okuduğumu hatırlamam ama, Reşat Nuri ile 1995 yazında tanıştığımı ve Çalıkuşu'nu okuyup çok sevdiğimi hatırlıyorum. Sonra, evde bulunan Reşat Nuri kitaplarıyla devam ettim; onlar bitince de sahaflardan eski basım eserlerini aradım, buldukça okudum. Çünkü, bir keresinde Çalıkuşu'nun yeni bir baskısına göz atmıştım ve Reşat Nuri'nin eski Türkçe kelimelerinin güncellenmiş halini hiç sevmedim!

Gelelim Bir Kadın Düşmanı'na... Elimdeki kitap 1973 yılında basılmış, kapağını da yukarıda görüyorsunuz. Kitabı annem almış o yıllarda, 2010'a kadar da benim elimde, defalarca okunarak hırpalandı. Bir Kadın Düşmanı, iki kısımdan oluşuyor. Birinci kısım, "Sâra'nın Mektupları" başlıklı, ve anlaşılacağı üzere Sâra isimli karakterin yazdığı mektuplarla ilerliyor.

Sâra, çok güzel, çok güzel olduğunun farkında olan ve felaket derecede şımarık bir genç kız. Bölümün başında Sâra'nın babasına yazdığı mektubu görüyoruz, ardından bir telefon görüşmesi geliyor. Bu başlangıç Sâra'nın karakteri hakkında büyük ipuçları veriyor zaten bize. İstanbullu Sâra, kalabalık arkadaş çevresi ile sabahlara kadar eğlenen, güzelliği ile erkekleri hakimiyeti altına almaktan çok büyük keyif alan bir kız. Ancak, yaz aylarında Marmara kıyısında bir kasabaya seyahat etmesi gerekiyor, kuzini Vesime'nin düğünü için. Küçük sahil kasabasında nasıl zaman geçireceğini kara kara düşünerek yola çıkıyor. Bölümün geri kalanında Sâra, İstanbul'daki arkadaşı Nermin'e mektuplar yazarak kasabadaki hayatını anlatıyor. Düğün için orada toplanan akraba kalabalığı, bulundukları çiftliğin yakınında kamp yapan sporcu kafilesi, nasıl da bütün kasaba erkeklerinin kendisine hayran oldukları... Ve sporcuların arasındaki, Sâra ile hiç ilgilenmeyen bir adamı, Homongolos'u kendisine aşık etme çabaları!

Kitabın ikinci kısmı ise "Ölüye Mektuplar" başlığını taşıyor. Burada Homongolos'un (gerçek ismi ile anmak gerekirse: Ziya, ya da bir diğer lakabı: Kaya Balığı) yedi yıl önce ölmüş olan arkadaşı Necdet'e yazdığı mektupları okuyoruz. Birinci Kısım'da okuduğumuz hikayeyi bu kez Homongolos'un tarafından izliyoruz. Homongolos çirkin ve küstah bir adam. Hani, melankoli zamanlarında insanlar "kalabalık içinde yalnız" olduklarını, aslında kimsenin onları anlamadığını düşünürler romantik bir gurur içinde. İşte bu durumu, Reşat Nuri'nin çok zarif sözcükleri ile okuyoruz Homongolos'un hikayesinde.
"Kendi derdim için 'en korkuncu' dedim. Çünkü başkalarının şikayetini işitemediğimiz için kendi ıstırabımızı daima her ıstırabın fevkinde görürüz ki bu da ruhlar arasında 'ebedî ayrılığın' bir başka neticesidir."
Sonu mutlu olmayan, beni (özellikle az biraz melankoliye meyilli olduğum zamanlarda) ağlatabilen bir kitap, Bir Kadın Düşmanı. Ne yazık ki kısa bir roman, 159 sayfa, bir çırpıda bitiyor! Ama -bunu tekrar edeceğim için üzgünüm- okuduğum en naif, zarif cümlelerin yazarı Reşat Nuri Güntekin'in kurgusunun güzelliğini bir kez daha takdir etmek için mutlaka okunmalı. (Bakın, benim cümlelerime bile bir zarafet geliyor Reşat Nuri'den bahsederken.)

Meraklısına not: Ben büyük bir önyargıyla yeni basımlardan uzak durmayı tercih etsem de, İnkılâp Kitabevi'nin yeni basımları tercih edilebilir Reşat Nuri okumak için.

15 Eylül 2010

Agatha Christie'nin Gizli Defterleri


Agatha Christie'nin Gizli Defterleri - Agatha Christie's Secret Notebooks
John Curran
Çeviren: Füsun Doruker
Altın Kitaplar Yayınevi
Eylül 2010 (1. basım)
440 sayfa

Bugün Dame Agatha Christie'nin 120. doğum günü. Geçen hafta aldığım "Agatha Christie'nin Gizli Defterleri"ni biraz da aceleyle bitirdim ki, yazı bugüne yetişsin. Agatha Christie'nin doğum gününü, bu kitaptan bahsederek kutlayayım.

Agatha Christie polisiyenin kraliçesi, elbette. Yaşamına onlarca roman, öykü, hatta oyun sığdırmış. Romanlarından uyarladığı oyunları, İngiltere'deki tiyatrolarda yıllarca oynanmış, kitapları ise yıllar sonra bile çok sevilerek okunuyor ve asla eskimiyor. İşin kötüsü şu ki, Agatha Christie'nin herhangi bir kitabından bahsetmek çok zor. Final hakkında ipucu vermekten kaçınabilsek de, romandaki küçük bir sürprizin anlatılması bile sinir bozucu olabilir. O nedenle, ben de Agatha Christie’nin kitaplarından bahseden bir kitaptan bahsedeceğim! (Matruşka gibi oldu…)

Agatha Christie’nin gizli defterleri, yazarın kitapları ile ilgili notlarını tuttuğu defterlerden derlenmiş bir kitap. Beni en rahatsız eden yanı şu: Kitap Türkiye’de yayımlanırken, sanki biraz aceleye gelmiş; çok basit imla ve dizgi hataları var kitapta. Kitabın en düşünceli yanı ise, her bölümün başında bir spoiler uyarısı bulunması; “Bu bölümde sonu açıklanan kitaplar” açıklaması beni durdurmasa da, henüz okumadığınız kitaplarla ilgili bölümleri atlamanızı sağlayabilir. Bunları geçersek, bu kadar ünlü bir yazarın kitaplarını yazarken nasıl çalıştığını, kurguları nasıl oluşturduğunu görmek çok keyifli. El yazısını –siyah beyaz baskı ile olsa da- görmek güzel.

Yazar John Curran, Agatha Christie’nin büyük bir hayranı. Christie’nin –artık bir müze olan- evinde bulduğu yetmişten fazla defteri sıralayıp düzenlemiş, hepsini okumuş, okumuş, tekrar okumuş… Uzun bir süreç sonunda bu kitabı yazmış ve yayımlamış. Christie’nin en ünlü kitaplarını yazarken konuya nereden başladığı, karakterlerin nasıl şekillendiği, ipuçlarının nasıl paylaşıldığı adım adım anlatılıyor. Hangi öykülerin sahneye uyarlandığı, hangi romanların kısa öykülerin tekrar düzenlenmesiyle oluştuğu… Benim en çok ilgimi çeken, Agatha Christie’nin not aldığı fikirleri tekrar tekrar okuması, bir fikri yazdıktan yıllar sonra yepyeni bir romanda kullanması oldu.
“Ben asla konu bulmakta sıkıntı çekmem.” Briç Masasında Cinayet, 4. bölüm
Kitap, Christie’nin en yaratıcı yıllarını olduğu kadar, yaşlılık dönemini de ele almış; son dönem kitaplarının eskilerine oranla daha zayıf olduğuna dikkat çekmiş. Yani, John Curran kör bir Christie hayranı değil, romanları yorumlarken epeyce tarafsız davranmış. Ama, neredeyse 450 sayfalık olan kitap ilerledikçe sıkıcı hale geliyor sanki. İtiraf ediyorum, ben bazı bölümleri hızlıca taradım, okumadan geçtim. Amaaa… En sonunda iki kısa Hercule Poirot hikayesi var ve bunlar kitabın sıkıcılaşmaya başladığı kısımları hemen unutturuyor.

Öykülerden birincisi Kerberos’un Yakalanması adında. Bu öykü, Hercule’ün On İki Görevi isimli bir kitabın son öyküsüymüş. Yunan mitolojisindeki Herakles’in on iki görevi efsanesi ile (simgesel de olsa) paralel olaylar içeren bu kitabı epeyce merak ettim ben!

İkinci öykü ise, Köpeğin Topu Olayı başlığını taşıyor ve daha sonra Sessiz Tanık romanında da bu öyküdeki olay örgüsü kullanılmış. Yine de karakterler farklı ve okumak keyifli…

Evet, Agatha Christie’nin Gizli Defterleri, özellikle polisiye seviyorsanız kütüphanenizde bulunması gereken bir kitap.

Doğum günün kutlu olsun Dame Christie!

4 Eylül 2010

Aden


Aden - Eden
Stanislaw Lem
Çeviren: Olgun Baydemir (İngilizceden)
İletişim Yayınları
1997 (2. basım)
264 sayfa

Hareketli romanları seviyorsanız, bol macera, bir tutam romantizm, kötülerle savaşan iyi adam, sayfalarca yüksek tempo... Şimdiden belirtmekte fayda var: Stanislaw Lem'e hiç başlamayın!

Solaris'in yaratıcısı olan Lem, benim için bilimkurgunun üç ilahından biri. (Diğerleri, elbette, Isaac Asimov ve Arthur Charles Clarke) Asimov ve Clarke'ın öne çıkan bilim adamı kimliklerinin aksine, Lem bir psikoloji ve felsefe üstadı. Lem'in eserlerinde bilim teorileri, heyecanlı yıldız savaşları, uzay sıçramaları bulamazsınız. Sakin, ağır ağır ilerleyen, bolca düşündüren romanlar yazar Lem.

Stanislaw Lem'in en bilinen kitabı Solaris olsa gerek. Ama ben Aden'den bahsedeceğim.

Aden isimli gezegene başarısız bir iniş yapan uzay gemisinde başlıyor roman. Altı kişiden oluşan mürettebat, gemiyi tekrar uçabilir hale getirme işini erteleyip, gezegeni araştırmaya başlıyorlar. Hiçbir anlam yükleyemedikleri fabrikalar, bitkiler, mezarlar, toplu mezarlar, uçan makineler arasında yollarını bulmaya ve Aden'in uygar canlılarıyla iletişim kurmaya çalışıyorlar.

Dünya'da edindikleri tecrübelerle donanmış olan bu ekip, gemilerini işler hale getirmeye çabalarken; bir yandan da Aden'i anlamaya çalışıyorlar. Araştırmaları zaman zaman korkutucu ve neredeyse her zaman Dünya'daki doğrularla çelişen, anlamsız gözüken sonuçlara yönleniyor. Çatışmaya girmekten kaçınsalar da, görüldüğü kadarıyla Aden halkı pek de dost canlısı değil...

Doğruyu ve yanlışı inceleyen; bir insanın (ya da toplumun) doğrularının her yere, her koşula uyarlanamayacağını anlatan 264 sayfalık bir keyif Aden. Daha fazlasını anlatmak, kitabı henüz okumamış olanlara haksızlık olur. =)

1 Eylül 2010

Benim kitaplarım!

Birsürü blog denemesi yaptım, bir türlü kıvamı tutturamadım ama sanırım. Havadan sudan yazdım, kitaplardan, ilişkilerden, müzikten, sözlükten... Bir araya getirip biraz uzaktan bakınca hiçbir anlam sunmadılar bana. Ben de dedim ki: havadan sudan blogum bir kenarda dursun, belki sonra yazarım. Ama bir de, akıllı uslu, düzenli bir blogum olsun. Düşündüm, taşındım; dedim ki en sevdiğim nesnelerden bahsedeyim.

Sanal çevremizde bol miktarda fotoğraf blogu var, pek çoğu da benim yapabileceğimden daha iyisini, büyük bir ciddiyetle yapıyorlar zaten. Fotoğraf blogu fikrine pek ısınamadım... Fakat, bir fotoğraf öğrencisi olarak, fotoğraftan daha çok sevdiğim kitaplarım var benim! Yine pek çok blog olabilir kitaplarla ilgili, ama ben yine de okuduğum kitaplardan bahsetme fikrini çok sevdim.

Bol bol kitap okuyorum, arasıra yeni kitap okumak istemezsem, daha önce okuduğum kitapları tekrar okuyorum. (Onlarca kez okuduğum kitaplarım var, durum pek iyi değil galiba...) Eh, işte bu çok sevdiğim kitaplardan bahsedeceğim, okuyan birileri olursa. Birbirinden çok alakasız kitaplar olacak muhtemelen; bilimkurgudan, Türk edebiyatından, sanat kuramından, mizahtan... Arasıra, yazarın üslubunu çalacağım belki, farkında olmadan. Acemilik... Bahsedeceğim kitapların bir kısmı, en yakın kitapçıdan, market reyonundan bulabileceğiniz kitaplar olacaktır. Geri kalanı ise, muhtemelen yeni baskıları olmayan, sahaf raflarından çıkardığım ya da on yıllardır evimde bulunan kitaplar olacak. Ortalama bir uzunlukta yazmaya çalışsam da, arasıra 3-5 satırla yetinebilirim; belki, bazen ipin ucunu kaçırırım. Kusura bakmayın!

Disclaimer: Edebiyatla tek ilgim, okumayı öğrendiğim günden bu yana çok hevesli bir okur olmaktan ibarettir. Sıklıkla yapacağım hatalar, tuhaf benzetmeler, olmadık yorumlar bu amatörlüğümden kaynaklı olacağından, üstelenmemeli "hadi oradan sen de" deyip geçilmelidir. Lütfen... =)